Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar

Taze kurulan okuma cemiyetimiz olarak tartıştığımız ilk kitap İhsan Oktay Anar’ın da ilk kitabı olan Puslu Kıtalar Atlası oldu. Ardından vakit kaybetmeden yeni kitabımızı seçtik (Mrs. Dalloway, Virginia Woolf) ve bir sonraki toplantımızın tarihini belirledik.

Daha önce Virginia Woolf okumadım, Hours filmini izlemedim ama maço bir şekilde yanılmayan maço önyargılarım Woolf’un fazla delikanlı bir yazar olmadığını söylüyor. Tabii maço ve delikanlı bir şekilde “Maço delikanlıysan senin okuma klübünde ne işin var ulan?” diye sormanız da mümkün. Okuma cemiyetinin tamamı murahhas olan azalarının %75’inin kadın olduğunu da düşünürsek işim olmaması lazım. Sonuçta işin içinden çıkamadım, şeriatın kestiği parmak acımaz dedim ve Mrs Dalloway’i ivedilikle edindim.

Puslu Kıtalar Atlası
Bu yazının konusuna dönecek olursak, İhsan Oktay Anar’ın Türkçe’deki nev-i şahsına münhasır yazarların padişahı olduğunu düşünüyorum. Gözümüz bağlı şarap tadar gibi kitap tatsak Anar’ı diğer yazarlar arasından çekip çıkarmak çocuk oyuncağı olurdu. Bunun artıları ve eksileri var tabii.

Eksisi diğer kitaplarını okumamış olsam da kitapların hatta kitabın içindeki hikayeciklerin tarzları konusunda sağlam bir fikrim var artık. Bu kitabı severek okudum ama bir sonrakini okursam bunun devamı gibi olacak, ondan Hikmet’e katılıyorum ve bir sonrakini okumayı şimdilik erteliyorum. (Bundan sonra en merak ettiğim kitabı ise müzikle ilgili olmasından dolayı Suskunlar.)

Anar’ın şahsına münhasır olmasının artısı ise iyi dinlendirilmiş bir kaliteli şarap gibi yazıyor olması. Ben hayatımda bir kez – üniversitede alma şansına nail olduğum şarap dersinde – gerçekten dinlenmiş ve gerçekten kaliteli bir şarap içmiştim. Belki geçmişteki güzel şeylerin daha güzel olması yüzündendir ama o gün bugündür o tadı bir daha yakalayamadım. Boğazımdan akarken dilimin üstünde gül/erik kurusu, tarçın ve küflü/paslı toprak tadı bırakmıştı. Anar’ın stili de o şarap gibi aynı anda baskın ve yumuşak işte.

Kitaptaki birçok karakter ve olay 1001 Gece Masalları tadında ufak hikayeler aracılığıyla sunuluyor. Bu hikayeleri beğendim.

Hikayeleri okurken aklıma Orhan Pamuk’un kendisini sanatçı değil zanaatçı olarak tanımlaması geldi. Anar’ın hikayeleri muhteşem bir hayal gücünün mü yoksa uzun ve meşakkatli bir çalışmanın sonuçları mı bilemiyorum… Okuma cemiyetimiz olarak hikayelerin Dilenciler Loncası denen harika mekanda spagetti gibi dönüp dolaşıp birbirlerine dolanmaları ne kadar hoşsa da bu hikayelerin kahramanlarının yüzeysel kalmalarının romanın en büyük zaafı olduğu konusunda anlaştık.

Kanımca bu yüzeysel karakterlere tek istina Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’un reisi Ebrehe idi. Öncelikle Ebrehe’nin harika bir isim olduğunu düşündüm. Sonra öğrendim ki Ebrehe Kuran’daki Fil suresinde adı geçen kötü abinin ismiymiş. Hani tarihin (tarihin cilvesine bakınız ki Ortadoğu’da) ilk havadan yere misil atılan saldırısında ebabil kuşlarının gagalarında getirdikleri taş parçalarını üstlerine yağdırarak yok ettikleri filli ordunun Habeşistanlı hristiyan komutanı!

Ebrehe Ebrehe dedik madem, sorulara ve teorilere Ebrehe’den başlayalım.

Ebrehe kadın mı?
Böyle güzel bir teori var. Bir yerde bizzat kendisi de düşüncelerinin “kadınsı” olduğunu düşünüyor, sesi ince ve cırtlak, cildi saydam denecek kadar ince. Ama bence Ebrehe kadın değil çünkü kadın olsaydı Bünyamin’in sonunda anlaması gerekirdi. Ebrehe’nin hermafrodit olduğundan şüpheleniyorum. Haa bir de benden duymuş olmayın ama “zıbık” ne demek bilseniz iyi olur.

Ebrehe Bünyamin’e aşık mı?
Ebrehe’nin Bünyamin’e fazlasıyla müsamaha gösterdiğini ve bunun sebebini kendisine bile açıklamayadığını biliyoruz. İlk başlarda Bünyamin’i beklerken hissettiklerinin “kadınlara özgü birtakım duygular olduğunu” seziyor. Kadınlara özgü duyguların ne olduğunu maço ve seksist bakış açımızla da tahmin edebiliriz lakin ileriki sayfalarda Ebrehe Bünyamin’in yazdığı aşk şiirini okuyup redakte ederken gözlerinden akan gözyaşları bence kıskançlık gözyaşları. Ebrehe’nin Bünyamin’in şiir kabiliyetini kıskanmadığını düşünürsek, Ebrehe Bünyamin’e aşık.

Eyüp kim?
Kitabın başındaki epigraftaki iki paragraftan birincisi İncil’in Eyüp suresinden. Eyüp suresinin amacı insanlara “madem tanrı iyi ve herşeye hakim o zaman neden dünyada kötülükler oluyor?” sorusunu sordurmamak. Eyüp Peygamber aslında günahsız olmasına rağmen test edilmek maksadıyla süründürülen ama sonunda sabrının mükafatını da alan bir karakter. Eyüp’e iki adayımız var, birincisi Bünyamin. Gereksiz gibi görünen bir detay: Bünyamin, İbranice sağ elin çocuğu demekmiş ve Bünyamin ismi eski zamanlarda annesi doğumda ölen erkek çocuklarına verilirmiş. İkinci Eyüp adayı ise Uzun İhsan. Uzun İhsan’ın günahsız olduğu kesin zira günah işlemesi için öncelikle yerinden kalkması gerekiyor. Ama Anar’ın incil referanslarını düşünecek olursak Brad Pitt abi sayesinde aşina olduğumuz 7 Ölümcül Günah‘ın dördüncüsü olan miskinlik de günah! Bünyamin ise günahsız olabilir ama kendi rızası ile maceralara atıldığı için belasını arıyordu diye onu eleyebiliriz. Halbuki Eyüp daha kendi halinde bir adamdı. Yani bence kitapta şayet bir Eyüp varsa, Eyüp miskinliğine rağmen birşeyler üreten Uzun İhsan’dır.

Ebrehe Babil kralı mı? Şeytan mı?
Puslu Kıtalar Atlası’nın diğer epigrafı ise İncil’deki İşaya suresinden. Bu oldukça uzun bir sure ama kısaca özetleyecek olursak Babil kralının kendini herkesten üstün ve herkesin üstünde gördüğü için cezalandırılması ve Şeytan’ın düşüşü (fallen angel Lucifer) hakkında. Puslu Kıtalar Atlası’nda istihbaratçıların kralı Ebrehe, aynen Babil kralınınki gibi olan kibri yüzünden cezalandırılıyor ve tahtından veya gökteki katından düşüyor.

Bu arada Wikipedia’ya göre kibrin 7 Ölümcül Günah’ın en kötüsü olduğunu da eklemek isterim.

Puslu Kıtalar Atlası elimizdeki kitap mı?
Bu konuda okuma cemiyetimizde anlaşamadık ama bence hayır. Burada farkettiğim birşey var, Bünyamin zaman zaman sıkıştığında bu kitaptan bir cümle okuyor. Bunlardan ilki “Yeraltı hazinelerin arasına karıştı” 86. sayfada tekrar ediliyor, yani Bünyamin’in okumasında bağımsız olarak kitabın içerisinde. Bunu farkedince Puslu Kıtalar Atlası’nın elimdeki kitap olduğunu düşündüm. Ama diğer alıntılar: “Dilencilerin arasına girip kaderini beklemeye başladı”, “Artık bir kahraman, bir bilge gibi davranmalıydı”, “Hayatını öne sürüp sırrı bulmak için yola çıktı” sadece Bünyamin kitabı okurken var, biz okurken yok. Yani sonuç olarak benim kararım hayır, elimizdeki Puslu Kıtalar Atlası değil.

Olsa daha güzel olacaktı ama.

Cevabını bulamadığım sorular

  • Arap İhsan’ın akıbeti neden yalap şap geçiştiriliyor?Yılanın renkleri isimli bölümün ismi neden “Yılanın Renkleri”?
  • Bünyamin’in sürekli rüyasında gördüğü sislerin içinde ilerleyen yeniçerilerin amacı ne?
  • 33. Doğum gününde ölen İstanbul tahsilli İspanyol şarkiyatçı kim? Ayrıca onu bulmak için tutulan şarkiyatçı Arabistanlı Lawrence’ı Galata’da elinde kitapla bekleyen uzun boylu çekik gözlü adam kim?  (Yazar mı?)
  • Kitabın başlarında bir bakire çerkez kızı köle pazarında 200 filuri ederken sonlarında (bakire olup olmadıkları okurdan saklanan) onbir rus kızı nasıl 12500 filuri eder? 3 yılda bu kadar enflasyon olur mu? Toptan onbir köle alırken yapılması gereken tenzilat da cabası.
  • Varsa yorumlarınızı yazmaya çekinmeyeniz lütfen.

    Not: Bu kitabı okumama ve bu yazının şekillenmesine çok katkısı olan toplantımızdaki sayın okuma cemiyeti azaları Banu, Başak, Burcu, Seha Hanımlara ve Hikmet Bey’e teşekkürlerimi sunarım.

    12 Replies to “Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar”

    1. Bu arada sizin sorulara ek olarak,
      Alibaz a tam olarak noldu
      En sondaki bekçi ve tüccar ne ayaktı ve tüccar nasıl uyuyabildi
      Kubelik ne ayaktı ne işe yaradı
      Uzun ihsan nereye kayboldu şuan İzmirdemi??!

    2. Ya çok güzel ve sıradanlardan ayrılan bi inceleme olmuş cidden, tebrikler

    3. Ihsan Oktay Anar in tum romanlarini okudum ve sizin de bahsettiginiz gibi nev-i sahsina munhasir bir yazar. benzer bir tad bence “Filibeli Ahmed” in “Amak-i Hayal” romaninda da var. Arkadaslarimin cogu bana katilmadi ama zamaniniz olur da okursaniz sizin yorumunuzu da bilmek isterim. Bir de Anar’in kisa bir yazisini okumak isterseniz “Kitaplik” dergisinin hatirlayamadigim bir sayisinda  yayinlanmisti, su siteye de eklenmis: http://www.narteks.net/index.php?option=com_content&view=article&id=789:yavuz-sultan-selim-han-efendimizin-caldran-meydan-muharebesi–hsan-oktay-anar&catid=251:edebiyat–tuerkiye-&Itemid=1117     

    4. Sonunda balyos ,Kubelik’i bin iki yüz filuriye, yani ud çalıp ustaca rakseden bakire bir çerkes dilberi fiatına satın aldı ve adamın….
      12500 : 11 = 1136 filuri
      tane başına 64 filuri eder indirim ki bence az bile hepsini birden alıyon sonuçta 10 000 e bırakması lazım bence tabi eğitimlerini bilemem. ruslar için iyi raksedip iyi çalar demiyo hatta ilerde az eğitimine rağmen diyo… yani eğitimli rus olasa havada 1 500 eder gibi( enflasyon yok yani hesap iyi bence :D)

    5. yılanın renkleri adlı bölümün adının öyle olmasının sebebi orada hınzıryedinin kılık değiştirip casusluk yaptığını ve padişahın yanında çalışan bilginlerden daha bilgin olduğunu belirttiği bu bölümün adının böyle olması çok doğal

    6. ben geçen sene okumuştum kitabı sınav sorusu vardı yine bu senede aynı kitap suan 50. sayfasındayım kitap cok karısık… internetten sınav sorularını araştırıken bu siteyi gördüm ve biraz yazayım dedim 🙂

    7. Cemiyete girmek isteyenler olması tabii ki çok güzel bir gelişme lakin hedef kitlemiz olan hemcinslerimden hala bir başvuru göremedik!

      Öte yandan Virgina Woolf kitabı okumaları çok yavaş gidiyor, bu gidişle bazı üyeleri atacağız galiba; o zaman listeden yeni üye almaya başlayabiliriz!

      Başka bir çözüm de istekli okurları toplayıp ikinci cemiyeti yapmak. Neyse siz bir Mrs. Dalloway okuyunuz bakalım, hala istiyor musunuz!

      Amma yavaş/zor okunan bir kitapmış… Çok şikayetçiyim.

    8. Londra’dan da olsa bu okuma kulubune katilmam mumkun mu? 😉 Zira gezinirken bu blogda bahsi gecen kitaplarin bazilarini begenerek okudugumu farkettim.
      Puslu kitalar atlasi’nin masalsi ozelligi sanirim karakterlerin derinlemesine islenmemis olmasinin esas sebebi, eger her biri daha da gelistirilmis karakterler olsaydi bir antolojiye donusebilirdi!

    9. Ben Puslu Kıtalar Atlası’nı okumadığım için sorularının cevaplarını nasıl bulabileceğine dair bir fikrim de yok. Lakin ben de bu cemiyete girmek isterim demek için geldim.

      Puslu Kıtalar Atlası’nı okumadım ama Michael Cunningham’dan The Hours’u okumuştum. Filmini beğenmedim. Filmini nasıl yapabildiler anlamadım zaten. onca tasvir, onca hissiyat analizi perdeye ancak bu kadar dökülürdü heralde.

      Kitap şahaneydi. İngilizce orijinalinden okumuştum. Elimde sözlükle dolaşmak zorunda kalmıştım. İyi eğitimli Amerikalılar bile öyle yapmıştı, hatırlıyorum. Bayağı ağırdı ama çok iyiydi. Cemiyete alınmam için yeterince referans olur mu acaba bu durum?

    10. yine keyifli bi yazi sarapci beycim. puslu kitalar atlasinin boyle degisik acilardan irdelenmesi hosuma gitti dogrusu.acaba okuma cemiyetine girmek icin ne yapmak lazim? ihsan oktay anar’a borges ve reha camuroglu kirmasi dersem alinir mi acaba diye dusundum simdi… neyse okuma cemiyeti diyodum, neyse parasi veririz icabinda

    Yorum Yazınız / Leave a Reply