Mavi Gözlü Dede

Anne tarafimdan dedemi kaybettigimde ilkokul dördüncü siniftaydim. Hayatimin ilk büyük acisini dedem tattirdi. Ilk torun, “ilk gözagrisi” olmam sebebiyle dogmus dogmamis bütün torunlarindan daha yakindim dedeme; haliyle her zaman bana hepsinden daha cok ilgi gösterdi. Bayramoglu’ndaki veya Istanbul’un en güzel isimli semti Saskinbakkal’daki evlerinden dönmek icin her ciktigimda ben gözden kayboluncaya kadar koltugundan el sallardi, her seferinde bu acaba onu son görüsüm mü diye içim içimi yerdi. Salladigi sag eli ben dogmadan önce gecirdigi felcten beri iyi tutmazdi, isaret parmagi hep ileriyi isaret ederdi, bükülmezdi.

Dedem benim minik gözlerime yaslanmis viking savascilari gibi görünürdü. Bana gecmesinden korkacagim tek özelligi olan tepesi kellesmis basinda kalan geriye tarali saclari bembeyaz, koca gözleri ise masmaviydi. Yaslilik kamburuna ragmen boyu bir seksenküsür idi ve o zamanlarda “Hemzemin Emin” olarak bilenen bendenize iyi kalpli bir dev gibi yukardan bakar, ileriyi isaret eden parmagi ile bas parmagi arasina sikismis dondurma param olan bankadan yeni cekilmis 100 lirayi verirken gözleri isildardi.

Insaat mühendisiydi, bütün cocuklarinin da mühendis olmalarini istemis, Bayramoglu’nda oturduklari evi de kendisi cizip yapmisti. Hep evi cok saglam yaptigini söyledigi icin anneannem 1999 yilinda zirt pirt sallayan depremlerde “Sahap cok saglam yaptim derdi, bu eve birsey olmaz,” diye korkmadan iceride yatardi. Fakat sonradan 17 Agustos depreminde “Bismillah, bismillah!” diye diye odasinin kapisinin altina kosusturdugunu itiraf etti. Dedem evin bahcesine de elinden geldigi kadariyla kendisi bakmayi severdi. Her sene boyumla yaristirdigi mavi çamin simdi evin boyunu gectigini görsebilseydi keske…

Henüz ilkokula gitmeyen kardesim (o zamanki ismiyle) Levoli Istiklal Marsi’ni ben okul icin calisirken duya duya ezberleyip hazirol pozisyonunda, “Koykma sönmez bu safaklayda yüjen al sancak, sönmeden yuydumun üstünde tüten en son ocak…” diye “re”leri söyleyemeden okuyunca dedem hüngür hüngür aglamisti da ne yapacagimi sasirmistim. Dedem askerligini demiryolu mühendisi olarak yapmisti, bazen “bir savas cikmadi da devletime demiryolu yapamadim” diye söylenirdi. Sinif baskanligi, talebe birligi baskanligi, Mühendisler Odasi baskanligi, Ticaret Odasi baskanligi, Demoktrat Parti il baskanligi, Kayseri Belediyesi baskanligi seklinde gecen yillarindan kalma otoriter yapisi yüzünden, sinirlendiginde etrafini gürlemesiyle titretirdi derler. Fakat Demokrat Parti Ismet Inönü’yü Kayseri’ye almadigi gün istifasini vermis, ölene kadar da secimlerde oyunu kime verdigini kimseye söylememistir. 60 ihtilali öncesi mebusluga aday olacakken o zaman bebek olan kücük dayim, “Buba mapus olmaaa!” diye aglayinca, anneannem “Cocuga Allah söyletiyor, mebusluktan adayligini cek” diye tutturmus, ve dedemi adayligini cekmeye razi etmis. Ihtilal sonrasi mebuslar gercekten de mapus olmuslar.

Bütün bu anlatilanlara ragmen, ben hic o herkesin cok cekindigi asabi dedeyi görmedim. Benim hatirladigim dede, tavlada yenildigi zaman anneanneme “Gavur avrat zar tutmaaa!!” diye sakayla karisik kizardi sadece. Ama gencliginden kalma sinirinin onu icin icin caresizce erittigini su yüzümün parcasi haline gelen gözlüklerimin icinden bir kez gördüm. Görmez olaydim.

Anonim bir Bayramoglu yaz günü ismini Muzaffer Dayimin lakabindan alan Muz Sokak’tan yukari, eve dogru bisikletle cikiyordum. Muz Sokak cok diktir, yemyesil bahcelerin, yolun sagina parketmis tozlu arabalarin, arabalardan kalan boslukta cömelmis oynayan cocuklarin arasindan eve yaklastigim zaman baldirlarim yanmaya baslar o düzlüge cikaran son pedali zor cevirirdim. O gün de, garrrc, gurrrc, garrrc gurrc pedallari agir agir, ayaga kalkip bütün agirligimdan güc alarak ceviriyordum. Komsumuzun beyaz Renault 12’sinin üstündeki toza “Beni yika” yazmislardi gene. Bir taraftan anneannem mutfakta teoride her kasiga kirk tanesi sigmasi gereken lezzetli mantilarindan yapmaktaydi. Kare kare kesilmis cig yersen karninda kurt yapan, neredeyse seffaf incelikte acilmis hamurlarin icine kiyma, sogan, karabiber, biraz reyhan, bir dirhem de yurtdisindaki dönmek bilmeyen ogullarinin hasretini koydugu mantilari insan yemege kiyamaz… Bisikletimin gacirtili pedallarinin sesi dedemin gürlemesiyle karisinca gördügüm manzara kanimi önce dondurdu, sonra da beynime sicratti.

Muz sokak üstünde bizden bes alti ev asagida, cam agaclari arasindaki tek katli güzel bir ahsap ev icinde, benim yaslarimda Mehmet ve Zümrüt isimli ikiz kardesler yasarlardi. Yaramazliklari ile Bayramoglu capinda hakli bir ün yapmislardi. Adindan da anlasilacagi üzere erkek olani Mehmet, bahcemizdeki kah cicek sulamaya, kah araba veya balkon yikamaya yarayan siyah pis hortumu almis, balkonda oturup ögleden sonra uykusunun mahmurlugu yasayan dedemi sirilsiklam ederken, ikizi Zümrüt ise kahkahalarla gülüyordu. Dedem hirsindan kudurmus, ayakta avaz avaz bagiriyor ama felcli isaret parmakli sag kolunu sallamaktan baska birsey yapamadan titriyordu. “Hayvanoglu hayvanlar, itoglu itler!!” Pijamasinin pacasindan sipir sipir sular damliyor, gozlerinin atesi umursamaz cocuklari daha da eglendiriyordu.

Yasliligin bütün güzelliklerine ragmen ne kadar acimasiz olabileceginin farkina iste o zaman vardim. Varmaz olaydim.

Dedemin bana otuzsekiz bin liraya aldigi, üstü Boniek, Zico gibi futbolcu cikartmalariyla dolu bordo bisikletimi boyasinin cizilmesine aldirmadan yola attigim gibi bahceye kostum, Mehmet’e dogru. Mehmet’i bütün gücümle arkadan itmeden önce Zümrüt ziplayip kollarini ve kollarinin ucundaki ellerini sallayarak, “Ciyaak, Mehmet ciyaaak arkana bak, ciyaaaak!” diye o yastaki kizlarin nedense pek sevdigi o tiz cigliklardan atarak kulaklarimi tirmaladi. Ben Mehmet’i o hirsla ittim, dedemin islanmasi bitti. Hayatimin ilk yumrugunu bütün gücümle siktigim kücük elimle Mehmet’in karin bosluguna attim. Mehmet’in ucundan gömlegine uygun renkli sümük görunen uzun burnunu agzina daha da yaklastiran pis gülüsü agzinda dondu, gözlerinin ifadesi degisti, Zümrüt ciyaklamaya devam etti, ve geldikleri gibi kardes kardes kosarak evlerine kactilar. Dedem arka planda avaz avaz bagirmaya devam ederken, elleri hala hamurlu mutfaktan kosup gelen anneannem ise karakterini özetleyen o alttan alici tavri ile, “Sahap, dellenme, bebedir, olur öyle” diye onu sakinlestirmeye calisiyordu.

Mehmet – Zümrüt, o gunden sonra dedemin de benim de yanima yaklasmamaya gayret ettiler. Annelerine tabii ki sikayette bulunuldu ama kadincagizin artik sikayetlerden sinirlerinin yalama oldugunu saniyorum, bilmiyorum etki etti mi… Ama en azindan yaramazliklarini asagi mahallede devam ettirdiler. Beni de, farkinda olmadan, 7 yasimda 70 yasindaki dedemi korumanin verdigi kederli gurur ile biraz daha sessiz ve icine kapanik bir cocuk ettiler.

Artik dedem yok. Benim ilkokulu bitirisimi, kardesimin baslayisini, diger kuzenlerimin dogusunu bile göremeden anneannemi tek basina birakip gitti. Artik anneannem tavla oynamak icin komsulara gider, kalp doktoruna, “Ben hayatimi dünyanin en güzel adamina bakarak gecirdim, artik bundan sonrasi farketmez” gibi iyimserligine ve kahkahalarina yakismayan seyler söyler. Ben ise hala, Muz Sokak’taki Mehmet ile Zümrüt’ün coktan tasindiklari evlerinin önünden gecerken, adimlarimi hizlandirip sanki suclu oymus gibi agaclar arasindaki tek katli güzel ahsap eve sinirli bakislar firlatirim.

New York

One Reply to “Mavi Gözlü Dede”

Yorum Yazınız / Leave a Reply