Nasıl Mimar Olmadım?

Ilkokula yeni basladigim yillardi. Kardeşimin ön disleri yeni cikmisti, relere ye diyerek konusuyordu. Kavga etmeye bile baslamistik. Onunla bir yatak odasini, annemle ise bir calisma odasini paylasiyorduk. Annem artik bizim yeterince buyudugumuze karar vermis ve peyzaj mimarligi yüksek lisansına baslamisti.

Kucuk calisma odamiz o zamanlar annemin aydinger kagitlarindan gecilmezdi. Benim hayat bilgisi kitabim onun dendroloji kitabiyla yan yana dururdu. Ben Ataturk’un kargalari kovalamasini ezberlerken, o da kayin agacinin latince ismini (Fagus Silvatica) ezberlerdi. Kardesim ise nedense aydinger kagitlariyla oynamayi cok severdi. Annemin ortaya biraktigi cizimleri top yapar, keser, anlamsiz şekillerle boyardi.

Yüksek lisans tezi, kagitlari cok seven kardesim sayesinde iki kere kaybedilince (veya yirtilip, kesilip atilinca) annem maalesef o sevdadan vazgecti ve calismaya basladi. Bu sefer guzel cizim masasini isine tasimisti. Ofisine gittigimde degisik kalinliklardaki rapido kalemlerini kullanarak turuncu sablonu ile defalarca adimi yazardim. Sablonun t cetveli uzerinde puruzsuzce kaymasi cok hosuma giderdi. Ara sira okula goturdugum guzel silgilerini kullanmak icin yazip siler sonra da silgi tozlarini temizlemek icin kullandigi fircasi ile masasini temizlerdim.

En zevklisi annemi cizim yaparken izlemekti. Yatak cizerdi ve ustune koseleri sivri bir yastik koyardi. Kapilari, acilis yonunu gostermek amaciyla, hareket gosteren karikaturistler gibi bir yay seklinde cizgi ile tamamlayarak cizerdi. Bir dikdortgenin icine elips cizerek kuveti gosterirdi. Agaclar kusbaskisi fen kitaplarindaki amiplere benzerlerdi. Bu sade fakat amaci icin yeterli cizis yontemine bayilirdim. Annem tasarim bitince oyuncak ev gibi maketini yapardi, ben de maketi boyardim bazen. Annemin kitaplari arasinda bakmaktan hic bikmadigim bir havuz kitabi vardı; içinde ruyalarimda sahip olacagim guzellikte ornek havuzlar olan bir kitap. Her gittimde bu havuzlara bir kez bakardim. Yillar sonra bunlardan en sevdigime benzeyen bir tanesini Pamukkale’de gordum ve hayran kaldim.

Ortaokuldayken sansliydim, cok iyi resim ogretmenlerimiz oldu. Papier-mâché ile maskeler, kendi kesip zimparaladigimiz tahtalardan kuklalar ve ucurtmalar yaptik. Kirmizi-mor tonlarindan sectigim renkler ile yaptigim minik evlerin kolajından oluşan sehir annemin ofisinin cok sevdigim gri kece duvarina çok yakıştı.

Lisede resim secmeli idi, ben de sectim. Muzik dinleyerek cizerdik. Nedense o zamandan hic eserim yok, ama tabii ki hayatimi degistiren onemli adimlari o zamanlarda attim. Lise uc oncesinde Cornell Yaz Okulu’na basvururken ilk tercihim olarak muhendislik (insaat) ardindan mimarlik yazdim. Basvurumu – tipik olarak – gonderilebilecek en son gun gonderdim. Yazin ortasinda mimar olmami istemeyen ve kabul mektubunu alan ve açan babamdan haber geldi: Maalesef muhendislik dolmus oldugu icin mimarlik…

Babam pek hosnut degildi, annem oglunun kendi gectigi agir egitimden gecmesini istemedigi icin kararsiz. Ben ise 6 hafta mimarligi deneme sansim oldugu icin memnundum. Annem ve diger mimar arkadaslarindan cok sabahlama hikayesi dinlemistim. Mimarlik egitimi denince aklima son dakikaya kadar bitirilmeyen projeler, etrafi kagit, karton ve zamk dolu odalar, bol kahve icilen geceler, uzak illerde dag basinda yaz stajlari, artik kardes gibi olan arkadaslarla yorgunluktan sarhos gecirilen uzun geceler geliyordu. Bir binanin icine giren insanin ruh halini etkileyebilmek uzere tasarlamak veya icinde yasanan heykeller yaratmak, sehirlere unutulmayacak anitlar vermek, dusundugum butun diger mesleklerden cok daha cazipti. Anatomik sebeplerden dolayı (kadın değilim) bizzat çocuk doguramayacagim icin etrafta baska izler birakmaya cok merakliydim, en cok da bunun icin mimar olmak istiyordum.

Kafam sorularla dolu, New York’tan 6 saatte giden toz kokulu bir Greyhound otobusu ile Cornell’in kasabasi Ithaca’ya vardim. Yatakhaneme yerlestim. Farkettigim ilk enteresan sey butun mimarlarin ayni yatakhanenin ayni koridoruna toplanmis olmalariydi. Kisa zaman sonra bunun aslinda pek de hos bir sey olmadigini anladim. Nedense yatakhanede gece 11’de icerde olma zorunlulugu vardi, ama bu saatler proje zamanlarinda mimarlar icin 1’e kadar uzatilmisti. Yani bizi gec geldigimiz gecelerde kolayca kontrol edebilmek icin hepimizi bir araya toplamislardi. Mimarlar olarak aldigimiz butun dersler de ayniydi. Her gun 9-12 teorik mimarlik dersi ve mimarlik tarihi, 1-4 studyo. Tabii neredeyse artan butun bos zamanimizi da studyoda gecirecektik.

Cornell Üniversitesi, Mimarlık Binası (Sibley Hall)

Mimarlik derslerinde, yaz dersi alan universite ogrencilerini (birkac Porto Riko’lu) saymazsak benden baska yabanci yoktu, Amerikalilarin da cogu ya bir cesit mimarlik dersi almislardi, ya da olayla cok ilgililerdi. Ben ise gayet cahildim. Sanatci yetistirmemek icin tasarlanmis egitim sistemimizin de yardimiyla kendimi sudan cikmis balik gibi hissedecektim.

Ilk odevimiz “Bir adet kup yapiniz” idi. Cok kolay – kardesim ile birlikte Milliyet’ten cikan maket evleri yapar gibi hemencecik yaptim. Ikinci odev, “simdi bu yaptiginiz kubu alin, ve sectiginiz asagidaki soyut kelimelerden birini bu kup uzerinde gosterin”. Kelimeler seffaflik, tork, kayma, katmanlama gibi kelimelerdi. Bana gore en kolayini sectim: seffaflik. Once bir kup yapip, alti yuzunu sadece destek olacak kadar kose kalacak sekilde kestim. Begenmedim, baska bir kup yaptim, iki kosesini zikzak seklinde kestim. Digerleri kube hic benzemeyen fantastik seyler yapiyorlar ben ise sacmaladiklarini dusunuyordum.

Profesorumuz gri kivircik sacli, gozluklu ve huysuz bir Almandi: Werner Goehner. Benim kupumu eline aldi ve muhteşem Alman aksanlı bozuk İngilizcesi ile, “Who done?” (kim yapti?) dedi. One ciktim. “Yes, OK but zere is nazing ambigious about zis“, (Fakat bunda belirsiz/muglak bir sey yok). Ne diyecegimi sasirdim. Neden muglak bir sey olmasi gerekiyordu anlamadim.

O an bu sevmedigim adamin zevkinin ve benim yetenek ve fikirlerimin onda yarattigi izlenimin bana bir adet not harfi olarak donecegi fikri beni cok rahatsiz etti. En azindan matematige fizige calisirim, imtahanda yaparsam gecerim diye dusundum. Sanatin olmamasi gerektigi halde subjektif olabilen degerlendirme biciminden hic hoslanmadim. Zaten vaktimin tamamini hic sevmedigim studyoda gecirmekten de nefret ediyordum. Bu ise bunlara dayanacak kadar tutkulu olmadigima karar verdim.

Ucuncu odevimiz ayni kelimeyi alip bu sefer bir duzlem uzerinde anlatmak idi. Duzlem uzerinde seffafligi anlatmak bana tabii ki imkansiz geliyordu. Bu sefer duzlem uzerinden yol gibi girinti ve cikintilar yaptim, yollari gozunuzle takip edince oteki tarafa gecmek, duzlemi ters cevirmek gerekiyordu. Yani oteki tarafa izleyici zorla goturuyordum. Bunu surekli olarak yirtik pirtik kiyafetler, sigara delikli pardesuler giyen Werner’in asistanı Tim Ventimiglia (cok sukur) begendi.  (İlgisiz not: Ne zaman İtalyan soyadı uydurmam gerekse Ventimiglia’yı kullanırım. Yirmi mil demek.)

Kritik Odası (ve Werner’ın meşhur destek yapmayan sütunu)

Tembelligimden sekillerimi mumkun oldugunca geometrik tutuyordum ki kesitlerini, degisik acilarda aksonometrik görüntülerini çizmesi kolay olsun. Mühendis gibi hesaplayip, ancak ondan sonra yaratiyordum. Ilk odevlerden aldigim kotu notlarin hirsi ile artik daha fazla calismaktaydim, bos vakitlerimde ise skec defterimle geziyor surekli ciziyordum. Zaten mimarlik derslerinin calisma kismi ilk tasaridan sonra cok da zor gelmiyordu. Muzik dinlerken calismak da mumkundu. Ama yine de arada bir cikan guneste veya basık rutubetli havada o sera gibi camli binaya tikilmak cok dayanilmazdi. Baslarda en azindan maketlerimi alip odada calismaya gittim, boylece biraz daha serin oluyordu ve disarda frizbi oynayanlari gormek zorunda kalmiyordum. Bir sure sonra maketlerin boylari buyuyunce, bir kez de tam yari yolda saganak yagmura tutulunca bunun imkansiz olduguna karar verdim. Nefret etsem de studyoya alismak zorundaydim.

Bu yuzey odevi ile birlikte donemin yarisi bitmis oldu. Donemin geri kalan 3 haftasi final projesi uzerinde calisacaktik. O zamana kadar ben artik mimarlik okumak istemedigime kesin karar vermistim. Artik yapacagim hersey zevk icin olacakti. Ve boylesi daha iyi oldu.

Final projesi “Yakindaki golun etrafinda birseyi gozlemek icin bir yer yapin” idi. Proje bir onceki yuzey projemize az bucuk benzemek zorundaydi. Studyo binasinin hemen yaninda ustunde minik adasiyla minik bir gol vardi (Beebe Lake). Golun sulari insan yapimi bir setin ustunden muhtesem bir sekilde kenarlari sivri kayalarla kapli bir vadi acmis olan dereye dokuluyordu.

Digerleri kus gozlem yeri, ruya gozlem evi, kirlilik gozlem binasi gibi projeler yapmaya basladilar. Ben ise seffaflik kelimesini anlatan yuzeyimi alip selalenin icine oturtmak istedim. Selale set yerine benim binam uzerinden tasarak dokulecekti. Binaya Isavari bir sekilde suyun ustunden ince bir yolla geliniyordu. Yolun kenarlari sudan birkac santim yuksek, yurunen yuzey ise birkac santim alçaktı. Bu yol bir merdiven ile bitiyor, suyun ustunden gectigi yuzeyin altina iniliyordu. Boylece su (Kizilmaske’nin kafatasi magarasi gibi) binanin onunden uc yonde dokuluyordu. Binamda dikey yuzeyi sadece su olusturacagi icin dikey herhangi bir parca yoktu. Bir diagonal merdiven disinda hersey yataydi ve bu yatay parcalar gol yuzeyinin devamini olusturuyordu. Bu binanin yapilamayacak olmasi tabii ki seklinin onemli ozelliklerinden biriydi…

İlham Kaynagım: Fallingwater House (Frank Lloyd Wright)

Projemin maketini yapmak bile dertli oldu, cunku bu yatay yuzeyleri birbirlerine paralel tutmak icin merdiven yetmiyordu, kartonun (kayanin) icine iyice oymak ise sacma olacakti. Uzun calismalarim sonunda bir yerden artmis “L” seklinde bir parcayi tutkal kuruyana kadar destek olarak kullanmaya karar verdim. Son gece ek yerlerini futursuzca tutkala bulayip kurumasini bekledim. Son gun geldi catti. Cizimlerim bitti, zaten bina koseli oldugu icin cok da kolay cizilmisti.

Notun oldukça önemli bir oranını oluşturacak olan final kritigi basladi. Yasli hipi misafir profesorler, sigara deligi pardesulu asistan Tim ve artik beni sevmedigine kesinlikle emin oldugum Profesor Goehner yerlerini aldilar. Makedimi acikladim ve meydani onlara birakirken o “L” seklindeki parcayi makedin icinde unuttugumu dehset icinde farkettim! Artik o saatten sonra alamazdim, aklima aninda bir yorum da gelmedi ve sustum. Ama sagolsunlar misafir kritikler o parcaya bayildilar. Hatta muhabbetin cogu o yanlis parca sayeside oldu. Butun yatay yuzeyler arasinda bir adet dusey parca harika bir kontrast yaratmaktaydi. L seklinde olmasi binanin diger 90 derecelik acilarina uyuyordu, ayrica yatay yuzeyler fikrine destek verdigi yetmiyormus gibi, binaya statik olarak da destek vermekteydi!!!

Boylece kritigim harika gecti. Hem makedim hem de destekleyen (L parcasi sonradan eklenmis) cizimlerim diger mimarlik profesorlerin ve okulun gerisinin davetli oldugu sergiye secildiler. Profesorumuzun bize kendi dizayni oldugu icin gururla gezdirdigi tepede tavana degmegen sutunlari olan odada projemi gelene gecene anlattim…

Bir sene sonra Cornell’e mutlu bir muhendis olarak dondugumde yazdan arkadaslarimin bir kismi da mimarlik egitimine baslamislardi. Ne kadar yanliz bir yer oldugunu bildigim studyoya onlari ziyarete gitmeyi ve o tutkal kokusunu icime cekmeyi ihmal etmedim. Hatta donem sonlarinda beni sergilerine cagirdilar. O sutunlari tavana degmegen tuhaf odaya hep o komik kritigimi animsayarak girdim.

Mimarlik egitimi ve meslegi simdi icimde kalmadi dersem yalan olacak. Simdi sevdigim sanat dallarindan birisiyle birazcik daha alakali bir isim olsun isterdim. Ama bazi seyler zorunluluk/not icin olmayinca daha zevkli oluyor. Bu yazi mesela…

New York, 2000

One Reply to “Nasıl Mimar Olmadım?”

  1. Pingback: Lizbon ve Gulbenkian – www.sarapci.com

Yorum Yazınız / Leave a Reply