Bologna

Is icin genelde pek de heyecanli olmayan sehirlere gidiyorum maalesef. Bologna konusunda birseyler okumaya baslayinca da heryerde “aslinda Bologna sadece icinden gecilmesi gereken bir sehir degildir” gibi kucumseyici cumleler sarfedildigini gordum ve gene ise yaramaz bir yere gitmek zorunda kaldigim icin hayiflandim. Neyse ki dusuk beklentilerle baslayan seyahatim guzel bitti.

Munih Havaalani
Bologna’ya direk ucus olmadigi icin Munih’ten aktarma yapmak zorunda kaldik. Daha once de yazmistim Almanya bence cok guzel, duzenli ve sessiz oldugu icin cok sikici bir yer ama bana ozellikle almancilar yuzunden enteresan geliyor. Munih havaalaninda gene guzel bir almanci Turkcesi ornegi vardi, “Otomatiktir? Lutfen havluya elinizle deyiniz. Daha once de Dusseldorf’ta metro bileti makinasinda “Derhal para ustunu aliniz!” gibi hasin bir uyari gormustum.

Almanya’dan ucaga binerken (Air Dolomiti – bir Lufthansa kurulusu imis) terminalden ucaga otobusle gittik ve otobuste “zifiri sessizlik” hakimdi. Ayni kisilerle beraber Bologna’da ucaktan terminale otobusle gittik ve otobuste herkes ciyak ciyak konusmaya basladi. Bu davranis farkliligi bana Turkler olarak istila edebilecegimiz en uzak kulturlerden birini buldugumuzu dusundurdu. Tamam belki Japonlar kadar uzak degil Almanlar ama Turklerin en has ozellikleri onlarda yok, onlarin en karakteristik ozellikleri de bize oldukca uzak. Bunun yaninda bircok sebeple birlikte almanci olmak zor is diye dusunurum…

Daldan dala atlayarak yazmak hos degil ama bu haftaki Penguen’de bir alman kurdu ile kafasinda tuylu sapkasi olan bir almanci kurt konusuyorlar, almanci kurt “ondan sonra Magirus fabrikasinda calismaya basladim” diyor. Ben olsam “ondan sonra kosede bizim yegenle ortak bir imbiss actik” derdim ama gene de basarili bir karikatur.

Ayrica gecenlerde kor kopekleri ile ilgili bir belgeselde bir kopekten bahsederken, “Alman kurdunun gorev bilinci ile labradorun sevecenligini birlestirmis” dediler. Yani almanlarin gelistirdigi kopek bile gorev bilinci yerinde ama fazla sevecen degil. Bunu nasil beceriyorlar bilemiyorum ama bir kez daha almanlari tebrik ediyorum.

Fuar
Bologna’ya gelis sebebimiz mesleki bir fuar idi. Benzer fuarlara daha once Almanya, Fransa ve tabii Turkiye’de katildim. Italyan fuarinin farkliliklari cok fazla degildi ama mesela kalabalik koridorlarda bir adam bir nevi “bul karayi, al parayi” oynatiyordu. Ayrica standlardaki posterlerde daha cok ciplak kadin resmi kullanilmisti. Ingilizce bilen kisi bulmasi Fransa’daki kadar sorunlu idi, stand gorevlilerinin yavsakligi da Italyanlara yakisir cinstendi. Ha bir de fuarda yiyecek-icecek ikrami yok gibiydi.

Bir bucuk gunumuz fuarda gecti ve fuar bekledigimizden cabuk bitti. Boylece bir bucuk gunumuz de sehri gezmeye kaldi.

Sehre varmadan once Bologna deyince aklima (ogrenis sirama gore) 3 sey geliyordu: Bolonez soslu spagetti, Umberto Eco ve Kubilay Turkyilmaz. Bunlardan spagetti yoktu bir kere, Ragu denilen Bolonez sosu tagliatelle ile yenmekteydi; Umberto Eco’nun hocalik yaptigi Avrupa’nin en eski universitesi (dunyanin kesintisiz egitim yapilan en eski universitesi El-Ehzer icin Misir yazima bakiniz) yerli yerinde idi ve sehre cok sey katiyordu; Kubilay Turkyilmaz ise futbol istatistiklerine karismisti ama gene de futbolunun sonbahari icin guzel sehir secmis diye onun adina sevindim.

Eski Bologna (Piazza Maggiore)
Otelimiz tren istasyonunun karsisindaydi ve Bologna merkezine yuruyerek 10 dakika mesafedeydi. Tren istasyonlarinin civarinda genelde bol miktarda bulunan pislik yoktu. Bazi (cok da guvenilir olmayan) kaynaklara gore Bologna Italya’nin en zengin sehriymis, belki onun bir payi vardir.

bologna_portico.jpg (18417 bytes)

Bologna’nin en hosuma giden kismi neredeyse butun sehri portik’lerin (portico) altindan gezebilmemiz oldu. Portikli mimari maalesef Istanbul’da Moda haric yok galiba… Halbuki insanlara kaldirimda yer acmasi, yagmur ve gunesten korumasi ve estetik katmasi acisindan cok guzel fikir. Bu aralar TRT 2’de gosterilen Antakya: Can, Ezan, Hazzan belgeselindeki bir canlandirmaya gore eski Antakya’daki ana caddenin iki yani da portiklerle kapli imis.

Eski Bologna gordugum diger Italyan sehirleri gibi cok guzel korunmus ve restore edilmis, eski bircok bina hala benzer amaclar icin kullaniliyor. 2. Dunya savasinda bombardiman altinda kaldiktan sonraki halini gosteren resimleri gorunce eli degenleri tebrik etmek istedim.

Benim tavsiyem Belediye binasindaki (Palazzo Communale) eskiden beyzadeler at arabalariyla birinci kata kadar ciksinlar diye uzun tutulan merdiven, eski universite binasindaki (Palazzo Archiginnasio) tam ortasinda anatomi dersi verilen oda ve tabii ki sehrin sembolu iki egik kule (Due Torri, Torre degli Asinelli’den manzara cok guzel). Sehri anlamak icin eski sehir kisminda birkac saat yurumek sart. Dar sokaklar ve kirmizi tonlarinda evler fotograflik.

bologna_piazzamaggiore.jpg (22845 bytes)

Universite (San Vitale)
Merkez disinda universite bolgesi de gorulmeli, ozellikle ogrenci barlari ve restoranlari sirin.

Sehre “Kizil Bologna” deniyor ve bunun iki sebebi var: biri binalarin renklerinin agirlikla sari ve kirmizi tonlarinda olmasi ikincisi de Bologna’nin Italya’nin “en komunist” sehri olmasi. Komunistligin onemli bir sebebi universite saniyorum ama bir taraftan sehir universite sayesinde Italya’nin yuksek teknoloji merkezi de olmus ve bunun sonucu olarak en zengin bolgelerinden birinin merkezi haline gelmis. Yani Italya’da hem en zengin hem de en komunist sehir Bologna!

Universite tahmin edebileceginiz gibi teoloji icin kurulmus ama simdi bircok degisik fakultesi var, ayrica sehrin 35’ten fazla muzesinin bir kismi universite icinde. Daginik bir kampus yapisi var ama binalarin cogu merkezin kuzey batisindaki San Vitale bolgesinde. Bologna kucuk bir sehir oldugu icin merkezden universite bolgesine 10 dakikada yuruyebilinir. Yuruyunuz!

Kiliseler
Sehirde tabii ki gorulecek cok kilise var, bizim gezdigimiz gunlerden birisi Pazar oldugu icin bircok ayin de gorduk. Bence en ilginc kiliseler dev San Petronio (kiskanc papa mudahele etmese Vatikan’daki San Pietro’dan buyuk olacakmis), San Gerusalemme ve Michelangelo’nun 19 yasindayken yaptigi heykelleri barindiran San Domenico.

Sehrin en eski caddesi olan Via dell’Independenzia’dan merkeze yuruken solda San Pietro kilisesine de ugradik. Kilisenin tepesini dar cadde yuzunden gormesi zor ama bakarsaniz kiliseye adini veren Aziz Petrus ve hemsehrim sayilan Aziz Paulus’un guzel heykellerini goreceksiniz.

Iceri girdigimiz anda dua bitmisti ve baspapaz konusmasina basliyordu. Anladigim kadariyla misyonerligin ne kadar guzel ve desteklenmesi gereken bir gorev oldugundan bahsettigi icin ilgimi cekti ve bir kismini dinledik. Sonradan toparladi ve konusmayi Rahibe Teresa’ya (ki kendisi gectigimiz haftalarda Azize’nin bir asagi mertebesine ulasti) bagladi. Rahibe Teresa megersem Mevlanavari bir sekilde dinli dinsiz demeden herkese yardim eden bir kisiymis. Sonuc guzel de sonuca ulastiran sebep o insanlarin mutlulugunu paylasmak mi o insanlara dini sevdirerek yerini saglamlastirmak mi yoksa ahiret gunu sonrasi vaad edilen guzel bir hayat mi? Neyse sonuc guzel deyip gecelim darisi butun dini butun insanlara.

San Gerusalemme kilisesi ise Gana’ya odaklanmisti. Kilisenin girisinde Gana’li sanatcilarin el yapimi ahsap urunleri satiliyordu, papazlarin bir kismi Ganaliydi. Kiliseden elde edilen gelirin hayir isleri icin harcanisi giristeki resimlerle kanitlanmisti.

bologna_palazzodeenzo.jpg (27881 bytes)

Pazar gunleri kilisenin onunde civarin peynirleri, salamlari, ballari, zeytinyagi, saraplari ve birsuru ivir ziviri satilan bir pazar da kuruluyor, enteresan olabilir.

San Domenico’da ise ayin dagilmaktaydi. Butun genc papazlarin genc bayanlarla konusuyor olmalari ve samimi halleri hem hosuma gitti hem de aklima Gunah (El Crimen de Padre Amaro) filmini getirdi. Yandaki gunah cikarma kutularinin ustunde Milano’daki Duomo’da gordugum gibi kirmizi isiklar vardi, papaz iceri girince isigi yakip gunahkarlarin yaptiklarini dinlemeye hazir oldugunu gosterebilmekteydi.

Insanin yaptigi kotu seyleri icine atmak yerine birisine acmasi hem kendi sagligi icin hem de toplum icin guzel bir sey diye dusunuyorum. Kilisenin defterine kilise muessesesi hakkindaki dusuncelerimi ve bana gore insanliga yaptigi getiri ve goturuleri ozetledim ve Turkce bilen bir ex-misyonerin gazabindan cekinerek kacarcasina uzaklastim.

Ferrara
Cumartesi aksami Levent ile Bologna’dan trenle 20 dakika mesafedeki Ferrara’ya gittik. Sehrin disi oldukca cirkin yeni yapilarla dolu ama merkezdeki kale (Castello Estense) gormeye deger.

Kalenin etrafinda cok hos sokaklarda yuruduk. Bologna’daki scooterlar burada yerlerini nedense bisikletlere birakmislar. Cok fazla bildigimiz birsey olmadigi icin ve butun muze ve kaleler zaten kapanmis oldugu icin sokaklarda dolastik durduk. Cumartesi aksami icin cok sakindi ortalik.

Once ogrenci dolu modern bir bar/restoranda aperitivo (bkz. yiyecek ve icecek) yedikten sonra kurulusu Londra’daki meshur pub Ye Olde Chesire Cheese’den bile eski olan (1435 iddia ediliyor) meyhane/sarapevi/restoran’da parmesan ve sarap yedik/ictik.

Mudavimleri arasinda (pub’dan bir romaninda da bahseden) Charles Dickens ve Dr. Johnson olmasiyla ovunen Cheshire Cheese’e girdiginizde gecmisi hissedersiniz. Burada ise gecmisle baglantisi olan tek sey raflara dizilmis ustu bir parmak tozla kapli olan icki siseleri idi. Onun disinda hem yeni moda sarap restorani tarzi menusu hem aluminyum dogramali pencereleriyle dekoru sayesinde buranin tarihi bir yer oldugunu anlamak imkansiz idi maalesef. Ama gene de dolcetto da parmesan da oldukca iyiydi dogrusu.

Yiyecek ve Icecek
Bologna hala rekabet icinde oldugu diger Italyan sehirleriyle karsilastirinca en cok yemekleriyle one cikiyor. Zaten kizil Bologna disinda sisko Bologna olarak da biliniyor sehir.

Cins cins makarna, salamlar (Mortadella’nin anavatani burasi), domuzlu et yemekleri, peynirleri (Parma cok yakin) unlu. Bizim yedigimiz yemekler ortalamanin ustundeydi ama rehber kitaplardan bulabildigimiz bu kadarla kaldi maalesef.

Biz aksam yemeklerimizden birisini Via delle Belle Arti’deki Trattoria Anna Maria’da yedik. Tavsiye ederim, kucuk hos bir yer, Anna Maria Hanim da ilerlemis yasina ragmen isinin basinda, hesabi kendisi bizzat getiriyor!

Universite mahallesindeki barlarda aperativo yemege gidilebilir. Saat 6-7 civarinda barlarda bir icki ictiginiz takdirde acik bufe seklinde aperatiflerden yiyebiliyorsunuz. Aperatif dedigime bakmayin peynirler, zeytinler, kuruyemisler, pizza ve soguk makarnalar falan derken insan aksam yemegi isini halletmis olabilir, en azindan ben ordaki ogrencilerin yerinde olsam oyle yapardim.

Diger
Eger bir sebepten Ingilizce kitap lazim olursa – mesela ben adam gibi bir Italya rehberi ariyordum – kulelerin yanindaki yolun hemen basindaki kitapci (Feltrinelli) guzel. Onun disindaki kitapcilarda ingilizce birsey bulmak cok zor.

Bologna 2000 yilinda Avrupa kultur baskentligi yapmis bir sehir oldugu icin muze, sinema ve tiyatro dolu. Irili ufakli 35 kadar muze saydim ki hepsi yuruyerek gidilecek bir mesafe icinde, ayrica sehirde 30 kadar sinema var. Bologna’nin nufusunun sadece 380.000 oldugunu da hatirlatmak isterim.

Sonuc olarak uzun bir Italya tatiliniz varsa yolunuz nasilsa Bologna’ya duser, ama Kuzey-Orta Italya’da Siena, Floransa, Venedik gibi sehirler varken oncelik olacak bir sehir degil. Is icin gelinirse (ki fuar alani Italya’nin en buyuklerinden) en azindan bir haftasonu ayirip geziniz.

Istanbul

Yorum Yazınız / Leave a Reply