Küçük Yalanlar Kitabı, Hikmet Hükümenoğlu

Bir tanıdığın kitabı hakkında yazmak hem zor hem de bazı durumlarda sakıncalıdır. Bu çıkmazdan kendimi az da olsa kurtarabilmek için Hikmet’in kitabına başlamadan önce okuduktan sonra onu acımasızca eleştireceğimi peşinen söyledim. Kitabı bitirdiğimde ise sözümü tutmanın zor olmayacağını, öte yandan malesef dışarıdan istediğim kadar tarafsız durmayacağımı düşündüm. Bunun için yazıma hemen en sevmediğim kısımdan başlamak istiyorum: kitabın arkasındaki tanıtım yazısı.

Lise yıllarımda düşünür Axl Rose beni kitapları kapaklarına bakarak notlamam konusunda uyarmıştı, Hikmet de daha direk bir şekilde daha kitabı elimde evirip çevirirken “sakın arkadaki yazıyı okuma” dedi. Uyardığı için daha dikkatli okudum tabii.

Ben de benden sonra kitabı eline alacakları uyarayım, nasılsa arkasını okursunuz ama sakın okuduğunuzu ciddiye almayın. Tanıtım yazısı maalesef o kadar fena yazılmış ki kitapçıda geziniyor olsam da kitap elime geçse bu yazıdan dolayı almaktan imtina edebilirdim.

Küçük Yalanlar Kitabı

Halbuki Küçük Yalanlar Kitabı Hikmet’in ilk kitabı Kar Kuyusunun bir eleştirisinde söylendiği gibi “usta işi” bir kitap. İnsanın hayalgücünü zorlayan, ince detayları ile okuru sarmalayan, sevilesi ve kızılası ele gelir karakterleriyle insanın akşam kapağını kapatmak istemeyeceği, konuşmalar muhtemelen o zamanki dili tam yansıtmasa da birinci tekil şahıslı anlatımıyla dürüst ve doğal, okurken içine not aldıran, ileri geri bazı kısımlarını bir daha okutturan bir kitap.

Dilden bahsetmişken eklemek isterim, bu aralar okuduğum türkçe kitaplarda web sitelerinde ve bloglarda beni rahatsız eden yapay bir yazı stili var. Cümleler ağdalanıyor, kelimeler süsleniyor, tasvirler ballandırılıyor, dallandırılıyor ve budaklandırılıyor. Belki de yıllardır yaşadığımız yapay türkçe bombardımanından dolayı – yazılı konuşmalar dublaj gibi. Birçok yazar bana ellerinden Cezmi Ersöz /Leo Buscaglia / Ahmet Altan kitapları düşmeyen edebiyat hocasının favori öğrencileriymiş gibi geliyor. Bu söylediğime istisnalar önceki sene okuduğum Y. Hakan Erdem (Kitab-ı Duvduvani), geçen sene keşfettiğim Murat Uyurkulak (Tol) ve Hikmet Hükümenoğlu.

Küçük Yalanlar Kitabı’nın her bölümü sırasıyla üç kahramanın (Faruk, Rezan ve Fikret) ağzından yazılmış. Bazen aynı şeyleri iki veya üç perspektiften okuyorsunuz bazen de zaman ve mekanda ileri geri atlıyorsunuz. Okurken bazen kendimi zor bir puzzle yapıyormuş gibi hissettim. Birbirinden bağımsız kısımları yavaş yavaş birleştirirken aslında iç içe geçmiş olan parçaların nasıl bütünleneceğini bilemedim. Birden bire aslında yan yana durduğunu farketmediğim iki figür birleşince heyecanla karışık bir mutluluk duyup şöyle bir adım geriye attıktan sonra resme bir daha baktım.

Perspektiflerin iç içe geçmesi dışında Fikret’in anlattığı kısımlarda yazar bir ters bir düz (haraşo desek yengemize ayıp olur mu?) flashbackler ile hikayeyi yavaş yavaş örüyor. Karakterlerimizin en güvenilmemesi gerekeni gibi duranı Fikret olduğu için bu anlatım şekli okuru şaşırtmıyor. Ama okuduğunuz kitabın ismi Küçük Yalanlar Kitabı olunca babanıza bile güvenmemenizi öneririm.

Zaman zaman bir David Lynch filmindeymiş gibi de oldum. Mesela bir izin peşine Beyoğlu’nun ıssız sokaklarındaki arşivci bir adama uğradık. Arşivcinin yaşı belirsiz. Bazen 20 bazen 60 yaşındaymış gibi… Zaten çok da uyanık bir tip olamayan Faruk’un kafası karıştı. Tabii bu da bir ipucu belki, belki de değil. Arşivci, içinde bulunduğumuz kitapçı hatta o olması gerekenden ıssız sokak belki gerçek, belki de değil.

Burada bu kısmı Hikmet’le konuştuğum için sizlere bir kıyak çekeyim: pek sağlam ayakkabıya benzemeyen bu arşivcinin tekrar tekrar başka filmlerde gördüğümüz sadık ve tabii ki absürd bir David Lynch aktörü gibi gelecekte veya geçmişte tekrar karşımıza çıkabileceğini sevinerek öğrendim!

Semper Augustus

Kapaktan da anlaşılacağı gibi romandaki bütün karakterleri birbirine yaklaştıran şey nadide bir lale (Semper Augustus). Ama karakterlerden aslında sadece bir tanesi bu çiçeğin peşinde. Bir süre sonra karakterlere aşina olduktan sonran sonra peşinde oldukları şeyin bir çiçekten ziyade tutunacak bir dal olduğunu anladım. Tek istisna kötü adam, ki onun bir kökü de olmadığı için bir yere tutunmaya ihtiyacı olmadığını söyleyebilirim.

Kitabın başka bir hoş yanı da bir taraftan kötü adamı sevdirirken sevilesi karakterleri de zaman zaman oldukça sinir bozucu bir şekilde sunabilmesi. 1930’lardaki vatandaşlarımızın günümüzde hala fazlasıyla izleri olan kendini batılıya sevdirme, aşağılandıkça durumdan mazoşist bir zevk alma zaafları da eklenince kötü adam daha da antipatikleşti. Ama bir taraftan da adamda bir şeytan tüyü olduğunu söylemem lazım. Bu şeytan tüyü yüzünden başı tek belaya giren de ben olmadım malesef.

Kitap ilerleyip puzzle’ın parçaları yerlerine oturdukça resim tamamlandı, heyecan arttı ve sonlara doğru güzel bir gerilim filmi gibi okurun ipuçlarını nerelerinden ne kadar yakaladığı test edilmeye başlandı. Ama Hikmet bunu yaparken sinirimi bozan Ahmet Ümit romanı Beyoğu Rapsodisi’ndeki gibi okurla alay ederek değil araya serpiştirdiği anakronizmler veya minik detaylarla yapmayı tercih etmiş.

Keşke bu ipuçlarını biraz daha saydam, biraz daha küçük yapsaydı veya dikkatli okuru hikaye örgüsü içerisinde sağa sola sürüklerken kenarlara köşelere ufak hediyeler bıraksaydı diye düşünürken kitap bitiverdi.

Ve meraklı bir okur olduğum için hemen geri dönerek küçük yalanları gerçeklerin arasından cımbızla seçmeye çalıştım.

One Reply to “Küçük Yalanlar Kitabı, Hikmet Hükümenoğlu”

  1. Ben de arkadasimin yazilarina yorum yapmasam olmaz 🙂

    Kitabin arkasindaki tanitim yazisini merak ettim bende. Ancak yazinin basinda degilde, belki sonuna “NOT” olarak eklemeni rica edebilirim…

    Darisi senin kitaplarina… Bu arada Hikmet’in kitabini merak ettim, elestirmen gorevini yapti yani. Bir kopya da ben alabilirim.

Yorum Yazınız / Leave a Reply