Şikayetperver Koşucu: 30. Avrasya Koşusunda Sıçan Gibi Islanmak

Son dört senede yaptığım gibi bu sene de Avrasya koşusunun 15 kilometrelik etabına katıldım.

Avrasya Yağmurda Koşanlar

“Koşun koşun bok var koşun!” – Unutulmaz Fırt Karakteri Zalak Mahmut

İlk katıldığım birkaç sefer hakkında daha önce yazmıştım ama bu yıl güzel bir sebebim de olduğundan münferit bir yazıyı 30. Avrasya Koşusu’na ayırabilirim. Bu seneki koşum bahanesiyle Adım Adım organizasyonu ile Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği için bağış topladım. Bireysel sporlar aracılığıyla bağış toplamak yurdumuzda hiç yaygın olmamasına rağmen beklediğimden daha fazla kişiden beklediğimden çok daha fazla para toplayabildim. Bağış yapmak için 10 gün daha var ve şimdiden bir adet akülü tekerlekli sandalye almış durumdayız!

Mantık şu: koşan kişi bağış toplayabileceği tanıdıklarına koşacağını ve koşusunun amacını deklare ederekten hem kendisine bir hedef koyuyor hem de kendisini disipline ediyor. Bağışçılar ise hem tanıdıklarını birine destek verip hem de ihtiyacı bulunan birilerine yardımda bulunmuş oluyorlar.

Ama ben daha fazla uzatmadan meraklı okurlar tarafından hep sorulan soruyu cevaplayayım: 975’inci oldum! Yarışa katılan Yarışı bitiren toplam erkek sporcu sayısı 1268 idi. Böylece katılımcıların %20’sinden daha önce bitirmiş oldum ki ilk sene hariç diğer katıldığım senelerden daha kötü bir sonuç. Ve evet sağolsunlar her bitirene madalya veriyorlar!

Bahanelerim
Her bilinçli Türk vatandaşı gibi başarısızlığımın (tabii ki hepsi benim kontrolüm dışındaki) bahanelerini tıkır tıkır sıralayabilirim:

    1) En güzel antrenman zamanı olan yaz aylarının 2 adedi sırasında bebek bakıcısı sorunu yaşadığımızdan yapmam gerekenden az antreman yapabildim.
    2) Bu sene parkur değişti. Geçen seneki çirkin parkur (Boğaziçi Köprüsü – Mecidiyeköy Çıkışı – Ali Sami Yen Stadyumu – Osmanbey – Harbiye – Taksim – Tarlabaşı – Şişhane – Perşembe Pazarı – Karaköy – Fındıklı – İnönü Stadı) yerine bu sene harika bir parkurda (Boğaziçi Köprüsü – Barbaros Bulvarı – Dolmabahçe – Fındıklı – Karaköy – Galata Köprüsü – Haliç’in Kuzey Kıyısı – Unkapanı Köprüsü’nden U dönüş – Eminönü – Sepetçiler Kasrı – Gülhane Parkı – Sultanahmet Meydanı) koştuk.
Avrasya Güzergah

Ama yeni parkurda geçen senelerin aksine yarışın en sonunda takribi 1.3 kilometrelik oldukça zorlu bir yokuş vardı! Bu senenin birincisi geçen senenin birincisinden 40 saniye daha geç bitirmiş. Yokuş etkisinin sıralamalarda sona gittikçe arttığını eklememe gerek yok herhalde!

    3) Saat 8:15’ten yarışın bitişine kadar meteorolojinin “ağır sağanak” dediği ve web sitesinde bir değil iki değil tam üç adet damla ile gösterdiği pis yağmurda kaldım. Aslında bu çok da kötü olmadı, sıcaktansa yağmuru tercih ederim ama bu yağmur biraz fazla olduğundan ve bizde kaldırım ve yol mühendisleri pek başarılı olmadığından yollarda bol miktarda göllenme oluşmuştu. Islanan ayakkabılarımdan koşu boyunca çıkan vucuk vucuk sesleri konsantrasyonumu bozdu.
    4) Yarışın başında yaşanan teknik aksaklıklar sonucunda koşu partnerim O2 ile buluşamadık, hızımı ayarlamakta ve sonlarda kendimi dolduruşa getirmekte zorlandım. Aslında bu bir nolu bahaneme de bağlanabilir: pis herif bu sene Galata’ya taşındı. Şayet uzağa taşınmasaydı bana daha fazla antrenman yaptırıp daha hazırlıklı olmamı sağlayacaktı.

Bu vesileyle O2’nin yokluğunda beni bağırlarına basan Sayın Cenk ve Sayın Ferhat’a da teşekkürlerimi sunarım. Ama ikisi de filinta gibi delikanlılar olduklarından peşlerinden giderken Fındıklı civarında nabzım kontrol dışına çıktı ve hızımı azaltmak suretiyle onları kaybettim.

    5) Bu sene geçen senelerdeki gibi beni dolduruşa getirecek rakip eksikliği yaşadım. Etrafımda ne anneannem yaşında İngiliz teyzeler, ne rakip takım forması giymiş hırslı delikanlılar, ne de tavşan olarak kullanabileceğim fizyolojik olarak üstün siyahi yarışçılar vardı.

Yarışın Sonu
Neyse bahaneler çoğaltılabilir tabii ama herşeye rağmen gene harika bir koşu oldu. Bu sene geçen seneye artı olarak temiz (kuru) tişörtü yarışın başında değil sonunda vermeyi akıl ettiler ama mendeburun biri benim bitirme hediyelerinin olduğu torbamdaki yağmurluğu yürütmüş olduğundan kuru tişörtü giyip iki dakika sonda tekrardan sıçan gibi ıslandım.

Ardından bir Avrasya klasiği olan yarış bitişindeki kaos başladı. Kimse etrafta neden vasıta olmadığını, hangi yolların kapalı olduğunu ve ne zaman açılacaklarını, orada bostan korkuluğu gibi duran otobüslerin neden bizi yolların açık olduğu biryerlere bırakmadıklarını bilmiyordu. Bonkör belediyemiz saat 9:00’a kadar beleş toplu taşıma kullanmamıza izin vermişti lakin yarıştan sonra parasıyla bile taşınmak mümkün değildi.

Sonuçta 15 km koşmuşuz zaten, bir 4 km daha yürümek nedir ki? Enerji dolu sporcular olarak sağanak altında Sultanahmet Meydanı’ndan Galata’ya kadar yürüdük. Orada bir taksi bulduk, kendimizi içine attık lakin taksi 10 metre gidip durdu. Çünkü koşu güzergahını trafiğe kaparken yollara girişleri değil de çıkışları kapamışlardı! İp gibi dizili 10 tane araba yolun sonuna gelince kapalı olduğunu anlıyorlardı ve hepsinin arkadan gelenleri de durdurarak geri geri gitmesi gerekiyordu. Bu şekilde mehter takımı gibi iki ileri bir geri şeklinde Galata’dan Sıraselviler Caddesi’ne 40 dakikada çıktık. Sonuçta ıslak ıslak taksinin içinde de 60 dakika oturmuş oldum.

Adım Adım

Fotoğraf: Adım Adım (İlyas Göçmen)

Koşu öncesinde nezle belirtileri vardı lakin pazar akşamı vücudumdaki ağrılar dışında turp gibiydim. Ertesi gün bile mucizevi bir şekilde hasta olmadığımı belirtmek isterim. Bir kez daha çivi çiviyi söktü yani.

Katılan Tipler
Bu yarışın benim için geçen senelerden daha sönük geçmesinin bir sebebi de – yağmurdan olsa gerek – yarışa katılan gayriciddi katılımcı sayısındaki azlıktı. Geçen sene arkamızdaki bir adam daha Boğaz Köprüsünün üzerindeyken tanıştığı kıza yazmaya başlamıştı (“Merhaba, beraber koşalım mı?”, “Ama ben yavaş koşacağım”, “Sorun değil, acelem yok”) biz de ilgiyle kulak misafiri olmuştuk.

Evvelki sene Tarlabaşı yokuşunda kenara dizilmiş hanzo abiler kadın erkek dinlemeden laf atıyorlardı. “Koş koş nereye kadar abicim?”, “Abla bacak kaslarını yiyim”, “Hello, hello? Havar yu leydi?” gibi…

Bu seneki tek eğlencem tam Unkapanı Köprüsü üstünde arkamda beliren iki amca oldu. Yaşları 45-50 gibiydi ve ikisi de bıyıklı ve piknik tip göbekliydi. Gözlüklü olanı ötekine bağırmaya başladı: “Ben senin kadar adi, pis bir herif görmedim. Neden bana hayvan muamelesi yapıyorsun?”, “……”, “Sürekli aynı şey. Ama artık dayanamıyorum.”,”….”, “Zaten koşarken canım burnumdan gelmiş bir de seninle mi uğraşıcam?”, “Aykut sus.”, “Susmuyorum!” O sırada Aykut’un önündeki numarasının renginden maraton parkurunda olması gerektiğini anlayan görevli uyarmaya yeltendi, “Beyefendi, maraton şu taraf yanlış yerde koşuyorsunuz.”, “Sanane lan? Sana mı sorduk??”

Bir başka güzel an da en başlarda gördüğüm yan yana koşan Japon çift idi. Arkalarında Türkçe “Yaş 68.5, son maraton” yazıyordu. Öküzce amcanın omuzuna bir şaplak attım ve tebrik ettim. İkisi de gülümseyerek selamımı aldılar.

Yarışın sonu Gülhane Parkı’nın içinden geçtikten sonra Bab-ı Ali’nin yanındaki yokuştan devam etti. Orada sabah dükkanlarını açmış hediyelik eşyacılar da bayağı eğlenmektelerdi. Tam oralarda önümde 1.85 boylarında, sarı saçları özenle örülmüş bir abla vardı. Şortu da biraz Türk standartlarına göre kısa olduğundan esnafta adeta maçlarda gördüğümüz meksika dalgası gibi hareketlenmeler oluyordu. Erketeye yatmış arkadaşlarından “Bak lan bak, şuna bak!” uyarısını alan çömelmiş adamlar heyecanla ayağa kalkıp dikkatle izliyorlardı. Neyse ki ablanın yanındaki abi Türkçe bilmiyordu da sabah sabah hırgür çıkmadı.

Ve kronometre 1 saat 35 dakikayı gösterirken finiş çizgisini geçebildim. Nedense bir bando askeri marşlar çalarak bizleri karşıladı. Nefeslendim, gerdirme hareketlerimi yaptım ve yağmur altında beklerken neden hiç otobüs veya taksi olduğunu anlamaya çalışan zavallı turistlerin arasından yokuş aşağı dönüşe geçtim.

 

7 Replies to “Şikayetperver Koşucu: 30. Avrasya Koşusunda Sıçan Gibi Islanmak”

  1. Sizin gayet eğlenceliymiş. Ben yalnız koştum (uzunca süre benle beraber gelen köpeği saymazsam) işin kötüsü bir süre sonra ayakkabıma dolan suyun ağırlığından ayaklarımı zar zor kaldırdığımı, zaten ağır olan çantamın sırtıma ağrılar verdiğini ve artık koşamadığımı, bacaklarımı kaldıra kaldıra yürüdüğümü ve ayakkabımdaki suyu havanda su döver gibi ayaklarımla dövdüğümü farkettim ve ne yapmakta olduğumu, bunun gerçek olup olmadığını koşunun sonuna kadar anlamaya çalıştım. Kendi başıma olsam böyle sırtım ağırlıktan iki büklüm, şappıdık şappıdık yürür müydüm? Zararlarıma gelince: bu koşu bana birer pantolon, atlet e bir çift çoraba bir dönem de sinüzite mal oldu.

  2. Emincim, birak 15kmyi, 1 kmyi bile kos desen kosabilir miyim bilemiyorum, o yuzden bence harika yapmissin! helal olsun diyorum, o havaya ragmen de bitirmis olman inanilmaz bir sey. Dedikleri gibi kosmaya devam, ama yazmayi da ihmal etme, aksam aksam pek guldum!
    I owe u a donation.

  3. Emin patron sahane bir yazi olmus gene ellerine saglik 🙂 Ama antremansizlik icin cocuk bahanesi de senin gibi delikanli sporcuya yakismamis hani

  4. sporcu gibi yasayip sporcu gibi calismazsan derece de gelmez tabii. boyle giderse seneye rambo okan’a yapacam bagisi.

  5. Emincim, sen koş ama öncelikli olarak yaz!!!
    Önce yazını sonra 975’inciliğini kutluyorum…

  6. seneye beraber kosmak niyetiyle… cok guzel olmus.. valla kosmus kadar oldum ben de… Adim Adim’la kosmak da eminim sevk getirmistir… tekrar tebrik ederim…

  7. emincim hep kos, hep adim adim’la kos, hep kostugunu yaz! bu isi harika yapiyorsun. sayende kosuyu yapmis kadar oldum. antalya maratonu hazirliklari icin haftasonlari ormanda ve zaman zaman bogaz kenarinda gorusmek uzere..

Yorum Yazınız / Leave a Reply