Şikayetperver Koşucu: Bu Kaçıncı Avrasya Koşusu?

Bu sene Avrasya Maratonu 31. kez yapıldı, ama her zamanki gibi ilk kez yapıldığını düşündürtecek beceriksizliklerle doluydu.

Kendisini de şaşırtan yerinde bir kararla evlenip 15 km uzağa (bkz. 30. Avrasya Koşusunda Sıçan Gibi Islanmak yazım) taşınmış olsa da hala koşu partnerim olan O2, kendisi çok pozitif bir insanmışçasına mütemadiyen benim şikayet etmemden şikayet eder. Ama bu köşenin ismi “Şikayetperver Koşucu” olduğu için “okurların benden beklentisi bu” diyerekten kendisini susturabiliyorum.

Şikayetlerime başlamadan önce bu yarışı 1 saat 30 dakikada (10 km/saat veya 6 dk/km hız ile) 1013. olarak bitirdiğimi ve toplam bitiren katılımcı sayısının 1776 olduğu bilgisini vereyim. Geçen seneki hesabımı tekrarlayacak olursam bu sene yarışçıların % 37’sini geçmiş durumdayım. Geçen seneden süre olarak 5 dakika ve geçilen koşucu sayısı (percentile) olarak % 16 daha iyi.

Bu senenin geçen seneden başka bir farkı da bağış yaptığım Sivil Toplum Kuruluşu’nun değişmiş olması. Geçen sene Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği için 2500 TL’den fazla bağış toplamıştım. Bu sene ise Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı için bağış topluyorum.

Henüz bağış yapmadıysanız geç değil, bağış toplama 3 hafta daha devam edecek. Bağış detayları için şuraya bakabilirsiniz.

31. Avrasya Maratonu, Adımadım

Koşu Öncesi Adım Adım Koşucuları
Fotoğraf: John Crofoot

Gerekli bilgileri ve istatistikleri verdikten sonra şikayet etmeye başlayabilirim:

    1) Daha yarışa ilk kayıt sırasında web sitesi bir türlü telefonumu kabul etmeyince kıllandım. Önce uyduruk bir telefon girdiğimi anladığını zannedip teknolojiye şapka çıkardım ve doğru numara girdim. Hala çalışmayınca anladım ki sorun başka bir yerde. Kolay olsun diye belediyeye bizzat gidip kaydımı halletmek istedim ama olmazdı, sadece web sitesinden kayıt alıyorlardı. Sonunda telefonda devlet dairesinde masadan masaya yollanan vatandaş gibi oradan oraya aktarılarak öğrendim ki telefonu sadece 05xxxxxxxxx şeklinde yazarsak kabul ediyormuş. Bu gibi işler için programcıların

input masking 

    dediği bir şey vardır.  Telefon kodu için parantez koyarsınız, 3 rakamlık boşluk sonrasında tire koyarsınız sonra tam 4 boşluk daha koyarsınız ki insanlar bilmeden eksik veya fazla numara girmesinler. Daha da ukalalık yapmak gerekirse Japoncası da

Poke Yoke

    , otomotivciler bilirler. Ama Avrasya’nın programcıları nedense bilmiyorlar.

2) Cumartesi günü yarışı beraber koşacağım üniversite ev arkadaşım NY Maratonu bitiricilerinden Sinan ile birlikte göğüs numaralarımızı ve ayakkabımıza takacağımız çiplerimizi almaya Feshane’ye gittik. Zannedersem ecnebi koşucuların bulması kolay olsun diye burayı seçmişler. Haliç’in kokusunu izleyerek bulması çok kolay zira kokunun en yoğun olduğu nokta tam burası.

3) Restore edileli birkaç sene olan Feshane Uluslararası Fuar Kongre ve Kültür Merkezi’nin (herhalde bu uzun ismi Sayın Şehremini Çok Yüksek Mimar Kadir Topbaş Beyefendi koymuş) ülkede kaya kalmamış gibi yapay kayalar kullanılarak süslenmiş süper çirkin bahçemsinin yanından geçip içeri girince bu sefer tuvaletten gelen kokularla karşılaştık. Bu da ecnebi koşucular tuvaleti bulurken zorlanmasın diye düşünülmüştü. Yeri gelmişken buradan belediyemize rica ediyorum, bence o yapay kayaların yanına Boğaz Köprüsü gibi oynak ışıklarla aydınltılmış yapay palmiye ve süs havuzu çok yakışır.

4) İçeri girince duvarda numaralarımızı aradık. Numaraların yazılı olduğu kağıtlar nedense sağdan sola doğru asılmıştı. En sağda A harfi, onun solunda B harfi gibi… Muhtemelen Osmanlıca’dan kalma bir alışkanlık olmalıydı. Sonra farkettik ki S harfinin bir kısmı sonrasında U harfine atlanmış. Sinan ismini bulmak için öteki duvardan devam etmek gerekti. Zannedersem yarışa girenlerin belli bir zeka seviyesinin üstünde olmasını sağlamak için alınmış yerinde bir tedbir daha galiba.

5) Başarıyla çiplerimizi ve numaralarımızı aldıktan sonra nedense maraton fuarında bir stand edinmiş olan Gümüşhane Güzelleştirme Derneği standının yanından geçip (standdaki postere bakılırsa Gümüşhane’de bir dolu çirkin beton yapı var, güzelleştirme derneğinin çok işi olmalı) koşuculara karbonhidrat takviyesi için dağıtılan makarna bölgesine ilerledik. Burada geçen senelerden farklı olarak fırında makarna vardı. Nedense canım istemediği için atlayıp direkman bir muz almaya yeltenmiştim ki muzları dağıtan amca azarladı, “Makarna almadan muz almak yok! Sonra iki tane alıyosunuz.” Mecburen makarna sırasına girdim. Biraz bekledikten sonra makarna bitti, paparayı yiyen ecnebi koşucular şaşkın şaşkın bakarlarken karambolden istifade edip makarnasız muzumu alıp hemen kaçtım.

6) Yarış boyunca (ki 15 km bayağı bir mesafe) çok az seyirci vardı. Olanların da büyük kısmı tanıdıklarını izlemeye gelmiş yabancılardı. Mesela iki ayrı Kanadalı grup vardı. Hatta muhtemelen Türk’ten çok Kanadalı seyirci yarışı izlemekteydi. New York Maratonu tecrübeli Sinan NY Maratonu boyunca heryerde insanlar olduğunu ve koşuculara moral verdiklerini anlattı. Ayrıca sık sık bandolar da varmış. Bizim belediyenin hakkını da yemeyelim, İnönü Stadı önünde Fatih Kız Lisesi bandosu, Gülhane Parkı’nın sonunda da başka bir okul bandosu vardı. Gülhane’deki bandonun ismini hatırlamıyorum zira oradayken o kadar yorgundum ki beynim ilkokul öncesine döndüğünden okumayı unutmuştum. Tek hatırladığım bizimle yan yana koşan Galatasaray formalı çocuğa bandodan bir kızın “Pis Galatasaraylı, en büyük Fener!” dediği.

7) Yarışın sonunda yine koşucular olarak Sultanahmet Meydanı ortasında cascavalak kaldık. Herhangi bir toplu taşıma ayarlanmamıştı, taksi zaten yoktu, olsa da yollar kapandığından şoförleri oturmuş sigara içiyorlardı. Zaten belediyeyi dinleyen efendi koşucular olarak yanımıza para almamamız gerekiyordu. Ama biz tabii ki belediyemizi dinlememiştik, geçen seneden de tecrübeli olduğumuzdan meydandan Kapalıçarşı istikametinde ilerledik ve vesait bulabildik.

Fotoğraf: Merve Yılmaz

Yarış
Pazar sabahı yağmurluk niyetine çöp torbalarımızı giymiş, start çizgisine doğru ilerlerken ellerinde bir kağıt nereye gideceklerini şaşırmış iki ecnebi kıza yardımcı olduk. Taaaa Oregon, ABD’den buraya Halk Koşusu’na katılmaya gelmişlerdi. Hiçbir işaret olmadığından kafası kesilmiş tavuk gibi dolanırken birbirlerine “Neresi Asya, şurası Avrupa mı? Biz nerdeyiz, kimiz, hayatta amacımız ne?” gibi sorular soruyorlardı. Biz de koşuşturan çocuklara sorup Halk Koşusu’nun geriden başladığını öğrendik ve kendilerini yerlerine yolladık.

Yarış geçen seneki gibi sağanak yağmurda başladı ama daha köprüyü geçerken yağış dindi. Ondan sonra hava mükemmeldi diyebilirim. 10. km sonrasında biraz güneş yakmaya başladı ama Gülhane Parkı’nın ağaçlarının altına girip de o acımasız yokuşu tırmanırken o da geçti.

Katılımcılar
Her zamanki gibi yarış esnasında süper tiplerle karşılaştık. Bazıları şunlardı:

Telefonlu Abi: Barbaros Bulvarı’nın başlarında arkamızdan telefon çaldı. Ne olduğunu anlamadan abinin biri cebinden çıkardığı telefonla konuşmaya başladı. “Aloooo, evet Muzafferciğim benim….. Yok koşuyorum. Evet Avrasya. Şu anda Barboros Bulvarı’nın başındayım. Var var, biraz çiseliyor…” Hayretler içerisinde olmama rağmen abiye Seinfeld esprisi yaptım ve “Abicim, beni sorarlarsa ben yokum ha” dedim ama o kadar hararetle konuşuyordu ki beni duymadı.

Teyze: Kabataş’ta birden önümüzde bir teyzenin koşmakta olduğunu farkettik. Teyze dediysem basbayağı teyze idi kendisi. Üstünde kahverengi başortüsü, deri bir ceket, elbise, elbisenin altında bir eşofman, kösele tabanlı ayakkabılar ve omzuna asılmış devasa bir siyah çanta vardı. Bayağı da hızlı gittiği için bir süre önümüzde kaldı. Sinan’a keşke makinamız olsaydı da çekseydik derken….

Fotoğraf Makinalı Genç: Evet, elinde makinasıyla bir genç belirdi ve “hemen çekeyim” deyip bizim resimlerimizi çekti. “Yok bizi değil, şu teyzeyi çeker misiniz, hatıra olsun” dedim. “Aaaa tabii ki lafı mı olur?” dedi ve hızlanarak teyzenin önüne geçti. O esnada teyze yoruldu ve yavaşladı. Bunun üzerine genç “Teyze biraz daha dayan, bir resim” dedi. Teyze de onu kırmadı ve biraz daha koşarak poz verdi. Bu arada genç “Resimlerinizi sporturk.com adresindeki sitemde görebilirsiniz” dedi. Teşekkür ettik ve hemen ekledi, “Aman dikkat sakın sporturk.de adresine girmeyin, o Almanya’da bir sayfa” dedi, neden sporturk.de adresine gireceğimizi düşündüğünü anlamadık ama yine de teşekkür ettik.

Koşunun Güzel Kızı: Bu sefer geçen seferki gibi 1.85 boyunda turist ablalar yoktu ama Eminönü’nde önümüzde koşan kel abiyi köpeğinin tasmasını sıkıca tutmuş lacivert eşofman takımlı kafası kadar güneş gözlüklü, Rapunzel saçlı bir kız karşıladı. Önümüzde üçü (kel abi, laci eşofmanlı abla ve köpek) koşmaya başladılar. Yanlarından geçerken abla abiye “Kaç kilometre koşuyorsun?” gibi abuk bir soru soruyordu, ne veya neci olduklarını anlayamadık.

Yazıyı bir temenni ile bitireyim de TRT programı gibi olsun: Avrasya Maratonu’nun organizasyonu artık Runtalya’da kendini ispatlayan Öger Tours’a verilsin. Bu kadar muhteşem bir parkura ve bu şehre her zamanki gibi yazık oluyor. Bizi anca Turko-Alman disiplini/organizasyonu kurtarır. (Ama yarış öncesi makarnayı Almanlar pişirmesinler.)

4 Replies to “Şikayetperver Koşucu: Bu Kaçıncı Avrasya Koşusu?”

  1. Sevgili Emin Bey Kardesimiz… Makarnamizdan yeseydiniz 1:30’un altina inerdiniz belki. O enerjiyle de yaris sonunda vasitaya hacet kalmaz, eve kadar kosardiniz muhtemelen. Velhasil, gecen seneye oranla gelistirdiginiz derecenizden oturu tebrik eder, TEGV gibi kardes kurumlarimizdan biri adina toplanmasina onculuk ettiginiz bagislar icin de tesekkur ederiz. Umarim seneye TMUMF’u de degerlendirmenize katarsiniz. Ayriyeten, web log’unuza ilistirdiginiz JustGiving grafigi bir hayli ilgimizi cekti kurum olarak. Onlari da mi kardes kurum ilan etsek. Onlar da faideli isler pesindeler galiba.

  2. Ama emniyet müdürü “Biz artık bu işi çok iyi biliyoruz,” diyordu TV’de… 😉

Yorum Yazınız / Leave a Reply