47 Numaralı Kamara, Hikmet Hükümenoğlu

Okuma Cemiyeti’mizde VS Naipaul’un Nehrin Dönemeci kitabını okurken Cemiyet’te cinsiyetimizin benim haricimdeki tek temsilcisi olan Hikmet‘in üçüncü kitabı piyasaya çıktı. Daha önceki kitaplarını tartışmamızı istemeyen Hikmet’i üstüne varmama taktiğini başarı ile kullanmak marifetiyle ikna ettik.  Hatta daha önce Kara İstanbul kitabını okurken kendi hikayesini konuşmamızı istemeyen Hikmet o kadar heveslendi ki, “Seni eleştirilerimizle yerden yere vuracağız, eline Moleskin defterini aldığına pişman edeceğiz” tehditlerimden bile çekinmedi.

Aslında kitabı yaklaşık bir sene önce taslak halindeyken fasikül fasikül okumuştum ama tabii hem çok zaman geçtiğinden hem de okumam sonrasında defalarca değiştirildiği için toplantıdan önceki hafta bir kez daha okudum. Son halini daha da sevdim.

Bu sefer bebek uyutma sorunlarından dolayı bizim evde yapılan toplantıda herkes heyecanlıydı; normalde hep kitapları son dakika bitiren ve toplantılardan 2 gün önce hala okuyacağı 200 sayfa kaldığından şikayet eden Banu bile kitabı erkenden bitirip yerini almıştı.

Hikmet’in üçüncü kitabı 47 Numaralı Kamara roman içinde roman biçiminde bir kitap. Ana karakterlerden ikisi yazar. Birisi son kitabıyla çoksatar mertebesine ulaşmış, eskinin ağır roman yazarı ukala ve kibirli Hikmet Bey, ötekisi ise Hikmet Bey’in “hayalet” yazarı olan içine kapanık kompleksli genç Murat. İkisinin arasında ise aşk üçgeninin tamamlayıcısı Hikmet Bey’in “zarif eşi” Merve var.

Elini sakatlayan Hikmet Bey karısının da önerisiyle yazılarını temize çekmesi için eskiden yazar olmak isteyen ama sınıf atlama hırsıyla daha çok para kazanacağı işlere yönelen Murat isimli bir genci işe alıyor. Bir süre sonra Murat, yazıları sadece temize çekmekle yetinmeyip ufak ufak düzeltmeye de başlıyor; ta ki okuduğumuz kitabı Hikmet Bey mi Murat mı yazıyor anlaşılmaz hale gelene kadar.

DNA

Yuvarlanarak Giden Hikmet Bey’in Romanı, Ötekisi Murat’ın
Kaynak: treehugger.com

Roman başladıktan sonra bir DNA sarmalı gibi yavaş yavaş iç içe geçen iki ayrı hikayeden oluşuyor. Birinci hikaye şimdiki zamanda birinci şahıs tarafından anlatılmış. Anlatıcı Murat, son yolcuğunu yapan, cinayet romanı yazmaya oldukça müsait bir gemide İtalya’dan İstanbul’a giderken Hikmet Bey’in film haklarını satmış olduğu romanı Hikmet Bey ile birlikte yazmakta, aralarda da ufak ufak Merve’ye asılmakta. Üçüncü tekil şahıs veya herşeyi bilen tanrı/yazar stilindeki ikinci hikayede ise geçmiş zamanda 80’lerde bir sahil kasabasında Ali ve Ayşe isimli iki gencin yeni filizlenen aşkı anlatılıyor.

Bir açıdan bakacak olursanız (ki bu açıyı Radikal Kitap’taki güzel yazısında Asuman Kafaoğlu sistematik bir şekilde incelemiş) kitabın ana meselesi tanrı-yazar diyebileceğimiz kitabın tek hakimi hakkında. 47 Numaralı Kamara’yı okudukça “Bu kitabın yazarı hangisi, Hikmet Bey mi yoksa Murat mı?” diye düşünen okurun kafası gittikçe karışıyor. Burada Hikmet Hükümenoğlu (kitaptaki yazar Hikmet Bey ile karışmasın diye bizim Okuma Cemiyeti’mizin azası olan yazardan Hikmet Hükümenoğlu olarak bahsetmek durumundayım) aralarda stili değiştirerek bazı ipuçları da verse sonuçta neyi kimin yazdığını anlamamız oldukça güç.

Tanrı-yazar (veya daha anlamlı olan ingilizcesi ile author-authority) konusunu incelemek için Fransız düşünür Roland Barthes’in “yazar ve yazıcı” (author / scriptor) hakkındaki denemesine bakmanızı öneririm (Death of the Author). Burada Barthes artık yazar diye birşey kalmadığını, yazıcıların daha önceki yazılanları derleyerek yeniden şekillendiren kişiler olduklarını ve bu yeni stilin okurlar açısından çok daha heyecan verici olduğunu savunmuş. Her eser okuyana göre farklı bir anlam taşıyacağı için edebiyatı yazara göre değil, yazarın da içinde olduğu bir bütün olan edebi mirasa göre, hatta bu mirasın okurun da paylaştığı kısmına göre okumak gerekir demiş.

47 Numaralı Kamara

Tanrı-Kitapçı Idefix İse Kitabın Kapağını Sanki Kendisi Tasarlamış Gibi Damgalamış

Barthes’i dinleyip okur şarapçı olarak okuyunca, 47 Numaralı Kamara’nın meselesi 80’ler sonrası Türkiye’sinde sınıf atlamaktır. Hikmet Bey’in romanındaki karakter Ali, 80’lerde küçük bir turistik sahil kasabasında oturan zeki bir delikanlıdır. Lisenin son yıllarında İstanbul’dan gelerek bu sahil kasabasına yerleşen şehirli entellektüel ailenin kızı Ayşe ile flört etmeye başlar. (Dikkat: 80’ler temasından devam etmek için flört etmek fiilini kullandım.) Ali’nin amacı sevmediği bu kasabanın kasvetinden ve baskılarından kurtulmak için İstanbul’a gidip orada köşeyi dönmektir, Ayşe ise birçok kadın gibi elindeki ham erkeği işleyerek istediği şekle getirmek ister. Ali, köşeyi dönmek için önce okul ve standart iş ikilisini dener ve üniversite sonrası itibarlı bir şirkette genç bir mühendis olarak işe başlar. Bir süre sonra da sabrı kafi gelmediğinden, biraz da şehirli kız arkadaşının burjuva ailesine inatla, daha kestirme yollara yönelir.

Kitabın sarmalları birbirine yaklaşıp iki hikaye birbirine dolandıkça ikinci hikayenin birinci hikayedeki iki erkek olan Hikmet Bey ve Murat’tan ziyade iki sosyal sınıf arasındaki mücadele ile şekillendiğini düşündüm. Hikayeyi bir Hikmet Bey, bir Murat kendine göre çekiştirdi durdu. Hikmet Bey’in Murat’ın elinden çıkan romanı değiştirerek hasmını küçümseme stili favori viskisi Talisker’in anavatanı olan Batı Avrupa ülkelerindeki üst sınıf erkekleri gibi ince iken; Murat, romanın omurgasını oluştururken insanlık tarihi kadar eski bir yöntem olan karşısındaki erkeğin karısını elde etmek yöntemini kullanarak üst sınıftan hıncını aldı.

İki erkeğin hem kadın karakter hem de ben okur üzerindeki güç gösterisi sonlara doğru şirazesinden çıkıp kabalaştığında Hikmet Bey Murat’ı elinden geldiğince yaralamaya çalışırken Hikmet Hükümenoğlu da verdiği ipuçlarının dozunu kaçırdı ve bir önceki kitabı Küçük Yalanlar Kitabı‘ındaki gibi çok fazla izahat yaparak hem benden hem de Sayın Roland Barthes’den eksi puan aldı. Kitabın sonlarındaki 47 numaralı kamaradaki kapışma kesin bir galibi olmadan bırakılsaydı ben de bu cümlede Ali yerine Murat yazabilecektim, okurlar da 80’lerin hakim sınıflarının mücadelesi konusunda kendi fikirlerini daha rahat verebileceklerdi.

Ama Okuma Cemiyeti toplantımızda bu eleştirim dışında Hikmet Hükümenoğlu’nu fazla rahatsız edemedim çünkü 47 Numaralı Kamara‘nın diğerlerine göre daha olgun ve Hikmet Bey’in tek başına yazacağı cinsten ince düşünülmüş bir roman olduğunu düşündüm. İki yazar arasında gidip gelen stil ve DNA sarmalı kurgu çok başarılı olmuştu. Karakterler tam dozundaydı, hiçbirisini rahatça sevemedim veya nefret edemedim. Zaten iki yazar olunca tıpkı Küçük Yalanlar Kitabı‘ndaki gibi kime güveneceğimi bilmem mümkün değildi.

Top Secret Swedish Bookstore
Hikmet Hükümenoğlu’nun Arşivcisi – Kaynak: 80’lerin Unutulmaz Filmi, Top Secret

Artık her Hikmet Hükümenoğlu romanında görmeyi beklediğimiz insanüstü öğeler 47 Numaralı Kamara‘da da yerlerini almışlardı. Ama bu sefer farklı olarak insanüstü sandığım şeyler gerçek, gerçek sandıklarım da insanüstü çıktı. En hoşuma giden detaylardan birisi de Hikmet Hükümenoğlu’nun önceki iki kitabını okuduysanız tanıyacağınız (bana Top Secret filmindeki İsveçli Kitapçı‘yı hatırlatan) arşivcinin yine bir cameo rol ile karşıma çıkması oldu. Umarım arşivci diğer romanlarda daha da öne çıkan bir karakter olur diye düşündüm.

Bu sefer Okuma Cemiyeti toplantımızın en sevdiğim kısmı olan kitap seçimini yapamadık çünkü daha önceden seçtiğimiz kitaplardan (Hikmet Hükümenoğlu’nun favori yazarlarından) Murakami’nin Norwegian Wood kitabı zaten sıradaydı.

Vakit kalırsa arada bir de ufak Murakami kitabı okumak istiyorum, bu sefer edebiyat dışı ve konu benim favori konularımdan uzun mesafe koşu!

4 Replies to “47 Numaralı Kamara, Hikmet Hükümenoğlu”

  1. “No subject is terrible if the story is true, if the prose is clean and honest, and if it affirms courage and grace under pressure.” demiş Hemingway. altın kural.

  2. Çok güzel bir yazıydı, 47 numaralı kamara romanını merak ettim ve okumak isterim. Bir gemide geçmesi, iki erkek arasındaki çekişmeden dolayı bana biraz Roman Polanski’nin Acı Ay filmini hatırlattı.

Yorum Yazınız / Leave a Reply