Netherland (Hollanda), Joseph O’Neill

Nehrin Dönemeci (A Bend in the River) kitabının yazısında da bahsettiğim gibi Okuma Cemiyeti’ndeki en heyecanla beklediğim kitaplardan birisi Joseph O’Neill’ın Pen/Faulkner ödüllü kitabı Netherland oldu.  Pen/Faulkner ödülünün önemi seçenlerin yazarlar olması.  İnsanın meslektaşları tarafından ödüllendirilmesinin çok gurur verici olduğunu düşünmekle beraber diğer ödüllü kitaplar arasından da sevdiğim ikinci bir kitap bulamadım.  Öte yandan Netherland‘ı da bana birisi “kriket ve 11 Eylül sonrası New York’un psikolojisi hakkında hüzünlü bir roman” diye tarif etse seveceğimi hiç düşünmezdim.

Kitap Türkçe’ye Hollanda ismiyle çevrilmiş.  Bu gibi durumlarda ne çeviri içime siniyor ne de doğru düzgün bir alternatif önerebiliyorum.  Netherland’ın akla gelen ilk çevirisi “Alçak Ülke” manasından dolayı Hollanda tabii ki, ama “nether” aynı zamanda Şeytan’ın ve benzerlerinin yaşadığı cehennem veya uzak yerler demek.  Ayrıca New York’a ilk gelenler Hollandalı göçmenler olduğu için New York civarının eski ismi New Netherland (veya New Amsterdam).

Netherland (Hollanda), Joseph O'Neill

Normalde Kendi Okuduğum Baskının Kapağı Koyarım Ama Bu Resim Durumu Daha Güzel Anlatıyor

Kitabın ana karakteri Hans van den Broek, (Joseph O’Neill’ın kendisi gibi New York’ta meşhur Leonard Cohen şarkısındaki meşhur Chelsea Hotel‘de yaşayan) bir Hollandalı-Amerikalı yatırım bankacısı.  İngiliz karısı Rachel 11 Eylül saldırıları sonrasında küçük oğullarını da alıp Londra’ya döndükten sonra Hans New York’ta bir nevi gönüllü sürgünde kalıyor. Rachel ile arası limoni olduğu için kendisine bir meşgale ararken Staten Island’da kriket oynayan bir grup göçmenle tanışıyor.  Bir süre sonra 7 sıfırlı maaşlı bir bankacıdan oldukça farklı bir sosyo-ekonomik gruptan gelen kriket arkadaşlarından bir tanesi olan Chuck ile samimileşiyor.  Chuck Hans’ın tam tersi: girişken, enerjik, hayallerinin peşinde koşan, ağzı laf yapan bir düzenbaz – biraz Amsterdam’ın tam tersi olan New York şehri gibi.

Kitap Chuck ölü bulunduktan sonra ileri-geri dönüşler ile anlatılmış – ki bu da zaten bütün kitabı sarmalayan yağmurlu bir kış günü açık deniz kenarında oturma hissini veriyor.  Üzgün kitaplardan, filmlerden hatta şarkılardan bile hoşlanan bir kişi değilim; ortaokul-lise yıllarımda bile kendimi en fazla Guns’n Roses balladlarından müteşekkil depresif sanata maruz bırakmışımdır.  Öte yandan (belki de yaşlanma belirtisi) Netherland’dan müthiş bir zevk aldım. Hans’ın Londra’ya ayda iki haftasonu görebildiği küçük oğlunu ziyarete gidip de karısının ve kayınpederinin gösterdiği yapmacık sevgiye kibarca karşılık vermeye çalıştığı sahnelerde kendimi jiletlemek istedim ama yine de mutsuzluğundan mutlu olan ergenler gibi okudum.

Kitabı Okuma Cemiyeti’nde tartışmadan önceki gece Hikmet ile karşılıklı eleştirileri incelemeye başladık.  Her okuduğum eleştiriden sonra fikrim depresif denizde gidip gelen dalgalar gibi bir daha değişti.  Önce bu kitabın uzun zamandır okuduğum en iyi kitap olduğunu düşünüyordum.  Bir sonraki eleştiriden sonra kitabın gereksiz detaycı ve herşeyi yapmak isteyen ilk romanlar gibi gerçekçiliğini kaybedecek kadar ağır olduğuna emin oldum.  Sonraki eleştiride yine bir edebi şaheserle karşı karşıya olduğuma ikna olmuştum.  Bütün gece bir taraftan bir sürü eleştiri okuduk bir taraftan da aramızda yazıştık.

Okuma Cemiyeti’nde tartışırken konu tabii ki The Great Gatsby‘ye (Muhteşem Gatsby) geldi.  Robert mezunu azaların hepsi lisede okumuştu zaten, ama artık unutmuş olduklarından bir kez daha okumaya ikna oldular. Bazılarımız Netherland‘ı daha iyi anlamak için, Başak Hanım gibi bazılarımız ise kitap bahanesiyle meşhur filmi izleyip Robert Redford’u Atatürk mayosunun içinde havuzda güneşlenirken tekrar görebilmek için heyecanlandık.

New Yorker’dan James Wood, New York Times’dan Michiko Kakutani gibi bazı ağır toplar Netherland‘ın The Great Gatsby‘ye gönderme olduğuna eminler; bir söyleşide Joseph O’Neill da en sevdiği kitaplardan birisi olduğunu söylemiş.  İki kitap da amerikan rüyası ve bu rüyanın kabusa dönüşmesi hakkında.  The Great Gatsby konusuna birkaç yazı sonra geleceğim zaten ama Netherland‘da kriket kulübündeki oyuncuların tamamı amerikan rüyası peşinde New York’a gelmek suretiyle yeni bir başlangıç yapan umutlu insanlar.  Kakutani benzetmeyi bir adım daha ileri götürüp iki romanın da anlatıcı karakterinin Jay Gatsby veya Chuck Ramkissoon gibi iki hayalperesti yandan izlemekte olduklarını eklemiş.

Joseph O'Neill, Cricket

Joseph O’Neill Abimizin Annesinden Gelen Baskın Türk Genlerini Görüyorsunuz Öte Yandan Çilli Kızıl Saçlı İrlandalıların da Türk Oldukları Argümanı İçin Bkz: Dubliners Yazım

Kitabı bana en çok övenlerden birisi üniversite ev arkadaşım Sinan idi, kitabın bizim 1990’ların sonundaki New York hayatımızı anlattığını söyledi.  Üniversite sonrası New York’ta iken her Cumartesi sabahı Hans ve arkadaşları gibi biz de başka bir göçmen sporu olan futbol için Central Park’ta buluşurduk.  Genelde aynı takımlarla oynasak da ara sıra tanımadığımız başka göçmenler gelip Amerikan usulü usulca bir takıma girerlerdi. Birçok maç polisin veya park görevlilerinin gelip bizi “burada kramponla oynamak yasak” diye kovmasıyla biterdi. Çantalarımızı bulduğumuz başka bir dikdörtgen alana koyup bir daha sürgün edilene kadar devam ederdik. Maçtan sonra o civarlarda bir Hintli bakkaldan su, bazen de hispaniklerin işlettiği bagelcıdan krem peynirli bagel alır eve dönerdik.  Hans’ın Chuck ile en uzak köşelerine gittiği New York’tan biraz farklı da olsa bizim New York’umuz da kaotik, heyecanlı, depresif ve stresli bir yerdi.

Hans eşofmanı ve kocaman güneş gözlükleri ile Monika Lewisnky’yi görüyorsa biz de o zaman evli olan Ethan Hawke ve Uma Thurman ile karşılaşırdık.  Hans’ın kaldığı Chelsea Hotel’de bir komşusu Kuruçeşme’deki konserlerindeki Martin Gore gibi kanatlar takmış gelinlikli Türk Mehmet Taşpınar ise bizim de alt komşumuz olan gey çift kar yağınca teraslarında kardan kadın yaparlardı.  Hans’ın çevresinde yanlızlığına ilaç olan kriket arkadaşları Amerika’daki yeni hayatlarında sürekli garip bir işlerin peşinde koşarken bizim birçok arkadaşımız kendilerine New York’a getiren havalı işlerini bırakıp o zaman dotcom denilen yeni internet şirketlerine veya hızla yükselen Nasdaq borsasına bodoslama dalmışlardı.

Şimdi dönüp o günleri düşündükçe ben de Hans gibi garip bir nostaljiye bürünüyorum. New York, dünyanın en kalabalık olmasına rağmen en çok yanlız insan barından şehri.  Uzun süredir gitmedim, şehri ve oradaki hayatımı, heyecanımı hem özlüyorum hem de hiç özlemiyorum. Böyle bir şehrin hissettirdiği duygular da kendisi gibi garip tabii ki.

Yukarıda yaşlanma belirtileri gösterdiğimden bahsetmiştim.  Bu yazıyı yazarken de elemanlarının Netherland’ı okumuş olduğunu tahmin ettiğim yine Sinan’ın tavsiyesi Brooklyn’li grup The National’ın High Violet albümünü dinliyorum. The National da Netherland gibi depresif bir grup ama onları da Netherland gibi şiddetle tavsiye ederim.  Soğuk ve yağmurlu bir kış günü açık denizin kenarında hüzünlenen ergenler gibi olmak isteyenler için ikisi de ideal.

5 Replies to “Netherland (Hollanda), Joseph O’Neill”

  1. Hansel: Çeviri işi çok riskli gerçekten de. Ben mümkünse birkaç yayınevi hariç hiç çeviri okumuyorum. Hatta 3. bir dilde yazıldıysa da gidip İngilizcesini alıyorum. Netherland için çok yazık olmuş gerçekten de.

  2. Türkçe çevirisi berbat olan kitap. Böyle güzel bir kitap bu kadar kötü mü çevrilir. Yazık, çok yazık

  3. ” Herif de nerden aklina esmis”

    esinti annesinden olabilir, belki de annesinin de melek olduguna inaniyordur…

  4. Simdi Netherland’i okuyorum, cok hosuma gitti; yani depressive degil ama gloomy.. Ama guzel bir gloomy, hani nasil diyeyim, gri Paris gunleri gibi yakisiyor yani.. Daha baslardayim, Turk elemanla yeni tanistim, melek hani:) Herif de nerden aklina esmis de melek kiyafetli top Turk’u ilisturmis, ismi de cok enteresan:)…..

  5. simdi sirada bright lights big city. hadi bak az kaldi gelmene, bunu da okuman lazim…

Yorum Yazınız / Leave a Reply