Şikayetperver Koşucu: Runtalya 2012

Zaman zaman bana koşu hakkında tavsiye soranlar oluyor.  Naçizane fikirlerimi söylüyorum ama özetlemek gerekirse 2 tane öğüdüm olacak:

  1. Antremanlarınızı nabzınıza göre yapın. Bunun için bir tane nabız saati edinin.
  2. Başkası ile yaşayan birisiyseniz onu da koşturun.

Birincisi kolay, zaten ben de son 2-3 senedir nabzıma göre koşuyorum.  Aslında bu sene okuduğum bir kitap sayesinde çalışma şeklimi biraz değiştirdim ama o ayrı yazı konusu.  İkincisini ise 7 senedir becerememiştim.

Bu sene nasılsa karım da koşmaya başladı.  Böylece koşu, evlilik akdine göre partneriniz çocuklara bakarken tek başınıza yapılan ve karşılığında partnerinize sizler çocuklara bakarken başka bir aktivite (alışveriş?) yapma hakkı doğuran eksi puanlı bir şey olmaktan çıktı.  Aile denilen bu kutsal birliği bir arada tutan bir zamk haline geldi.  Şimdi sırada oğlanları da alıştırmak var (büyük 8 yaşına gelsin diye bekliyorum).

Dolayısıyla bu sefer Seha ile beraber iki koşucu olarak yola çıktık.  İstanbul yine soğuk ve yağmurlu idi ama Antalya’ya inince kaydımızı 16 derece güneşli bir havada yaptırdık.  Kayıtların yapıldığı alışveriş merkezindeki dükkanlar Akmerkez veya İstinye Park dükkanlarının aynısı olduğu için İstanbul’un herhangi bir mutena şehrinde olabilirdik ama olsun.

Ardından “Nasılsa yarın koşup 2000 kalori harcayacağız” kafası ile gidip hayvan gibi bir yemek yemeğe karar verdik.  Bunun için tavsiye üzerine Big Man’e gittik.  Deniz kenarında falezin üstünden muhteşem bir manzarasına karşın akdeniz tipi ağır ve unutkan servisi olan bu lokantada başka koşu grupları gibi büyükçe bir masayı doldurduk.  Yemekte “Yarın peysin ne olacak abi?”, “Sen en son yarı maratonda kaç koşmuştun?”, “Bu sene kaç kişiden bağış istedin?”, “Hatırlar mısın eskiden Avrasya’da Tarlabaşı’ndan geçerken binalardan nasıl laf atarlardı?” muhabbetleri içinde yeni tanıştığımız koşucularla kaynaştık.

Şikayetperver bir koşucu olsam da Runtalya‘yı iki sebepten çok sevdiğimi söylemem lazım.  Birincisi organizasyonun iyi olması (Avrasya kadar eski olmamasına rağmen çok daha düzgün) ikincisi ise Mart ayında günlük güneşlik Antalya’ya getirip orada aynı uçakta, aynı otelde aynı amaç için gelmiş birçok kişiyle beraber olabilmek.  Geçen sene yeni tanışıp beraber koştuğum Murat, Necip, Gökçe, Kaan, Yasemin ve Yörük ile hala düzenli koşuyorum.  Bu sene de ekstradan onların ve Bilge’nin arkadaşları Can, Susan, Piyereskargo ve Mehmet ile tanıştık (Can ile beraber koştuk).  10 km yarışında da genç (genç dediysem bıyıkları terlememiş!) yetenek Arda vardı, onunla aynı yarışta olmasak da ilk defa küçük jenerasyondan bir koşucu ile beraber koşmuş oldum!

Runtalya 2012

Emektar Ayakkabılarımla Son Koşularım

Yemek sonrası otele döndük, 2-3 saat uyuduk (zira önceki akşam Frankfurt İstanbul uçağından inmiştim ve 3 saat rötar sayesinde 5 saat uykuyla duruyordum).  Sonrasında karbonhidrat ve eser miktarda proteinli bir mantı yedim (diğerleri daha sağlıklı şeyler yediler) ve erkence odalara çekildik.

Uyumadan önce tişörtümü (uyuyakaldığım için Adım Adım tişörtü kalmamıştı!) ve ayakkabımı hazırladım, karb jellerimi seçtim  (Liquid Energy markalı olanın tadı güzel) ve giyeceklerime (havaya göre alt üst vs.) karar verdim.

Sabah planladığımızdan biraz daha geç uyandık.  Kahvaltı salonu koşucu doluydu, Karatay Hanım görse gözleri yaşarırdı, herkes süper sağlıklı yemekler yiyordu.

Runtalya 2012 Start

Arkadaki Dağlarda Sabah Koşu Akşam Kayak Mümkün Mü?

Sağlıklı kahvaltılarımız sonrasında bol miktarda su içtikten sonra yola çıktık ve 500 metre kadar koşu çantalarının yarış sonrası alınmak üzere bırakıldığı Cam Piramit’e yürüdük.

Antalya’nın bu bölgesinde nedense bir piramit enflasyonu var.  Koşu sonrası mükemmel yemeğimizi yediğimiz meşhur 7 Mehmet de bir piramit içerisinde. Piramidin altında uzaydaki kozmik enerji konsantre olduğundan kuzu tandır daha yumuşak pişiyormuş.

Çantalarımızı teslim ettikten sonra arada animatör vurgulu Almanca anonslu gürültülü müziğin ve nedense Türk sporcularının koşu öncesi göz altları dahil heryerlerine sürdükleri Ben-Gay’ların kokuları arasında sıraya girdik ve start verildi. Can ile beraber koşuya arkalarda başladık.  Daha iyi organize olan yarışlarda insanlar baştan bitiriş saatlerine göre diziliyorlar. Böylece daha hızlı koşan ötekilerin arasından zigzag yapmak zorunda kalmıyor.  Ama Runtalya’da bu düzen olmadığından ilk kilometre boyunca sinemanın başındaki kısa siyah beyaz uyarı filmindeki gergedanlar gibi “Pardon, pardon” diyerek aralardan sekmek zorunda kaldık.

Runtalya’da 21km koşucuları ve 42 km koşucuları da 10 km’cilerle beraber aynı güzergahtan koşuyorlar.  Koşu düz bir hatta gidiş geliş şeklinde, bunun sayesinde 10 km’yi kazanacak olan hızlı koşucuları daha 20. dakika civarında görebiliyorsunuz.  10.5 km dönüş noktasına gelmeden de karşıdan yarı maratonu ilk bitirecek olanlar geliyorlar. Böylece asla bir 10 km veya yarı maratonda dereceye giremeyeceğinizi anlamak mümkün.

Dönerciler çarşısını geçtikten sonra kalabalık biraz azaldı ve her kilometreyi 5 dakika 45 saniye civarında koşabileceğimiz konusunda Can ile mütabık kaldık.  Benim (önceki hafta iş seyahati haftası olduğundan – yoksa Elvan gibi koşu öncesi yüksekte antreman yapma niyetim yoktu) Leman Gölü kenarındaki son uzun koşum esnasında yaptığım yanlış hesaba göre bu hızda koşarsak 2 saatin altında bitirecektik.  Önceleri pek takmadık lakin yarı yoldan döndükten sonra hesap kitap başladı.  Zaten bir önceki hesabı yanlış yaptığımdan da göreceğiniz gibi belli bir süre koştuktan sonra benim kafam çalışmaz oluyor.  Bu sefer de acı gerçeği anlamam biraz zaman aldı.  2 saatin altında kalmamız için her kilometreyi 5 dakika 42 saniyede koşmamız gerekiyordu üstelik o ana kadarki ortalamamız 5:46 civarında olduğundan daha da hızlı giderek bu açık kapatılacaktı.  Sonuçta pes ettik ama yine de zorlamaya karar verdik.

Şu linkte (runkeeper runtalya 2012) sayın koşu asistanımın tuttuğu zamanlara göre her km’yi ne sürede bitirdiğimi görebilirsiniz (bitiş süresini ve 22. km’yi dikkate almayın, durdurmayı unuttum). Tabii Runkeeper hanım kolumdaki telefondan bana her kilometrede son durumu da söylüyordu, sayesinde böyle bir düzeni tutturabildik.

Her yarışta insan kendine bir tavşan da buluyor sonuçta.  Giderken önümüzde İstanbul Masterlerinden (emekli koşucuların kulübü) amcalar vardı.  60 yaş civarında amcaları geçmemiz gerekir diye koştuk ve geçtik de, lakin pek kolay olmadı. Sonlarda ise yine mütekiat Alman bir amca bizim önümüzdeymiş, onu ancak resimlerde farkettik zira o son saniyelerde birşey duymak veya görmek bayağı zor oluyor.  Hatta 10 km’yi bitiren ve resim çekmek üzere yılların paparazzisi gibi finişe sotelenen Seha bana “Bir sonraki emre kadar gülümse!” diye bağırmış ama hiç farkında bile değildim.  Neyse ki son anlardaki endorfin patlamasından dolayı zaten gülümsüyordum.

Finişi görünce ve etrafı reklam panoları ile çevrili resim çekenlerin olduğu kısma varınca Can ile birbirimizi doldurup depara kalktık.  Yarışın tamamını değil de sadece bu kısmını seyreden birisi olsaydı bizi müthiş rekabet içerisindeki Etiyopyalı ve Kenyalı iki atlet sanabilirdi (tabii rengimiz nispeten açık olduğu için bayağı keko birisi olması lazım).  Bir o bir ben derken yarış bitti, hatta can havliyle finişin önünü kapayanlara “Çekiliniz lütfen oradan!” gibi birşey dedim (herhalde daha az kibardı) ve çekilmedikleri için birkaç tanesine 21 km’nin teriyle bezenmiş vücudumla paldırküldür çarptım (okuyorsanız sizlerden özür dilerim sayın izleyiciler ve görevliler).    Sonuçta 2 saat 2 dakika 1 saniye ile bitirdim.

Elmize tutuşturulan madalyalarımızı alıp Cam Piramit’e gittik, içeride birikmiş kozmik enerji sayesinde bir anda hiç koşmamış gibi olduk ve çantalarımızdaki temiz tişörtleri giyip zafer resimlerimizi çektirmeye yol kenarındaki parka döndük.

 

Yorum Yazınız / Leave a Reply