Cesur Yeni Dünya ve 1984

Dikkat: Bu yazı Cesur Yeni Dünya ve 1984 hakkında spoiler içermektedir. 

1990’larda lisedeyken bizler için 50 yıl sonrasını anlatıyor gibi görünen Cesur Yeni Dünya’yı okumuştuk, annemler ise 1960’larda günümüzdeki otoriteryen devletlerde uygulamalarını gördüğümüz 1984’ü okumuşlar. Yağlı, kıvırcık saçlarını sallayarak konuşan düşünürün dediği gibi, “Yolu batı edebiyatından geçen herkes bu meşhur distopyan romanlardan birisini okumuştur.”

Lisede inek bir öğrenci olduğumu zannederdim ama şimdi bunun mükemmeliyetçilik olduğuna karar verdim. Hocamız Franny Golden bize Cesur Yeni Dünya’yı satır satır incelettirdikten sonra mukayese etmek için 1984’ü de okumanın farz olduğunu düşündüm ve kendi kendime okudum. İnternetsiz büyüyen bir kuşaktık, kitabı tartışacak birilerini veya hakkında yazılmış analiz yazılarını bulmak mümkün olmamıştı.

2017 yazında (3.) Okuma Cemiyeti’nde “Bu kitaplardan hangisi günümüzü daha iyi anlatıyor?” diye tartışırken Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sını okumaya karar verdik. Cemiyet azaları, “Sen nasılsa ikisini de okur bize anlatırsın” diye doldurunca bu yazıyı da yazmama vesile olur diye teklifi kabul ettim.

Kitaplığımızın derinliklerinde lise yıllarından kalma artık bazı sayfaları kopmaya yüz tutmuş, ucuz öğrenci ebadındaki Cesur Yeni Dünya kitabımı buldum. 25 yıl önceki sarapci’nın kitabın kenarlarına aldığı notları bugünkü sarapci olarak okuyabilmek büyük bir zevkti. Trump sağolsun 1984 en çok satan kitaplar arasına tekrar girdiğinden onun yeni bir baskısını Remzi Kitabevi’nden bulması zaten çok kolaydı (lisede kütüphaneden alıp okumuştum herhalde).

1984’ü bitirdikten bir süre sonra sevdiğim podcastlerden Intelligence Squared bu iki kitabı karşılaştıran bir münazara yayınladı. Tartışılan konu hangi romanın zamanında günümüzü daha iyi anlattığı idi. Cesur Yeni Dünya’yı savunma işini ukala ve komik Will Self’e, 1984’ı savunma görevini ise efendi ve sakin New Yorker yazarı Adam Gopnik’e vermişler. Münarazacıların yardımına kitaplardan önemli buldukları kısımları okumak için aktörler de gelmiş, tartışmacılar zaten çok iyiler ama aktörlerin performansı için bile izlemenizi öneririm.

İki kitabı da bitirdikten sonra Okuma Cemiyeti’ne aşağıdaki sonuçları sundum: Cesur Yeni Dünya dünyanın gittiği yönü 1984’e göre daha iyi gösteriyor ama 1984 de günümüzün otoriter devletlerinin vaziyetinin iyi bir örneği.  Edebiyat olarak okuyacaksak 1984’ü tercih ederim.

Sonuç 1: Cesur Yeni Dünya Şu Anda Dünyanın Gittiği Yönü Daha İyi Gösteriyor
1931’de yazılan Cesur Yeni Dünya’da insanlar fabrikada üretim bandındaki ürünler gibi üretilirken yapacakları işlere göre “eğitiliyorlar”.  Eğitimin sonucunda insanların mutlu olmasına engel olabilecek herşey sistem tarafından elimine ediliyor: Bu en basit ve pis işleri yapan epsilonlar için baştan yukarılara heveslenmemek, kitaplar ve doğadan nefret etmek; en üst sınıf olan alfalar içinse anlık zevkler/heyecanlar ile derin düşünmemeyi, hiçbir şeye bağlanmamayı sağlamak. Sonuçta sistemi kuranların amacı insanların işlerine ve sistemin kendilerine yüklediği göreve uygun yaşarken kafayı farklı şeylere yormamaları. Günümüzde spor ve magazin, cep telefonları ve TV ile uyuşturulan insanlar akla geliyor.

İnsanlar bireysel hayatlar yaşıyorlar: aile, yakın dost, uzun vadeli sevgili veya monogami yok. Hayat çilekli dondurma gibi: basit, nefis ve tatminkar. Dünya, tek bir devlet ve onun dışında kalan önemsiz vahşi kısımlardan ibaret.

Ford Dearborn Fabrikası

“Oradan 12-13 Anahtarını Verir Misin Hemşerim?” Ford Dearborn Fabrikası, Kaynak: komplexauto.hu

Aldous Huxley geleceği düşünürken Henry Ford’un üretim sistemi ve biyolojideki gelişmelerin dünyamızın şeklini değiştireceğine inanmış. Son yıllarda okuduğum en güzel kitaplardan biri olan Sapiens’ın yazarı Yuval Noah Harari ikinci kitabı Homo Deus’ta parası olanların ayrı bir ırka doğru evrileceğini tahmin ediyor. Cesur Yeni Dünya da buna benzer bir yer. Bu durumu bozmaya yeltenen tek kişi ise dünyanın etnografya müzesi şeklinde kalan ufak bir kısmından gelen Vahşi isimli karakter. Vahşi, Cesur Yeni Dünya’daki gibi steril olmayan memleketinde şans eseri bulduğu Shakespeare kitabını hatmettiği için acı ve aşk olduğunun farkında. Sistem onu önce bir magazin unsuru olarak görüp dünyanın göz önüne getiriyor, sonra da bir tehlike olarak görüp elimine ediyor.

George Orwell’in 1984’ünde ise de halk iç içe daireler gibi düşünebileceğimiz sınıflara ayrılmış. Alt sınıflar daha sefil bir hayat sürüyorlar ama içki ve bahis oyunları sayesinde durumlarından memnunlar. Üst sınıflar parti üyeleri ve derin devlet üyeleri olarak ayrılmış. Parti üyeleri doğal şüpheli olarak her an elektronik yöntemler veya muhbir vatandaşlar tarafından izleniyorlar, işleri derin devlete (İngiliz Sosyalist Partisi) hizmet etmek. Aralarından sorun çıkarma ihtimali olanlar ivedilikle yakalanıp elimine ediliyor.

Sistem, tarihi sürekli olarak o ana göre yeniden yazıyor: eski dostlar bir anda en büyük düşman haline gelebileceği için insanlar düzenli bir beyin yıkamaya maruz kalıyorlar. Derin devletin dışında kalan parti üyelerinin hayatları ayrı bir şekilde sefil: kötü yemekler, çirkin evler ve ofisler, ağır baskı yapan bir devlet. Dünyada sürekli birisi ile savaş, öteki ile barış halinde olan 3 ülke kalmış, düşman ülke zaman zaman değişiyor ama durum değişmiyor.

1984’te sisteme karşı baş kaldıran kişi Winston; işi o zamanki politik duruma göre geçmişi değiştirmek olan bir devlet memuru. Sistemi çökertmek istiyor, hatta gizli bir kız arkadaş edinip onunla aşk yaşadıktan sonra yakalanıp devlet tarafından hatalı olduğuna “ikna” ediliyor. Bütün dünyanın bu yöne gittiğini söyleyemeyiz ama…

Sonuç 2: 1984’te “Otoriter” Yöne Giden Ülkeler Hakkında İpuçları Var
Cesur Yeni Dünya’da dünyada barış hüküm sürüyor. Savaşmaya gerek yok. Hayat gelişmiş bir ülkenin zengin başkentinde müreffeh bir şekilde yaşamak gibi.

1984’te ise güç sahibi bir grup insan (nüfusun %2’si) sistemin ilelebet devamını sağlamak amacıyla bitmez bir savaş hali yaratmışlar. Bu sayede bütün sorunlar seçilmiş (duruma göre değişebilen) bir kötüye yükleniyor ve ülke daimi teyakkuzda – halk da sürekli “milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç olan o anlarda” yaşamak zorunda kalıyor.

Stalin ve Yokolanlar

Stalin’in Resminden Yavaş Yavaş Yokolan Yoldaşlar

Mark Mazower’ın Bosna hakkındaki Balkanlar kitabında anlattığı gibi iç savaş olduğunda insanın en büyük düşmanı eskiden en yakınındaki olabiliyor. 1984’te de sistemi kuranlardan Emmanuel Goldstein artık lider Büyük Birader’in en büyük düşmanı olmuş durumda. Goldstein veya başkası olsun, sürekli şekil değiştiren düşmanı kullanmak için tarih düzenli olarak yeniden yazılıyor: kitaplar, gazeteler, resimler, heykeller, cadde isimleri değiştiriliyor.

“Gerçekler” Parti tarafından belirlendiği için insanların otoriteden gelen en saçma şeylere bile inanmaları bekleniyor. Radiohead’in 2+2=5 şarkısının ismi 1984’te insanlara itaatkar olmaları için ezberletilen saçmalıklardan birisi. (Bu şarkıyı zamanında George Bush Jr için yazmışlar, gelen gideni arattı!)

2+2=5 tipik bir “çift düşünme” (doublethink) örneği. Normal bir insanın saçma bulacağı şeyi insanlara inandırmak zorundasınız ki ileride söyleyeceğiniz gariplikleri kolay kabul etsinler. Bu durum aynı cümle içinde iki karşıt fikri birden savunmaya kadar gidebilir. Kitapta bunun çok örneği var ama ben Pearl Jam’in silah karşıtı Glorified G şarkısında da geçen “cehalet kuvvettir” lafını örnek olarak vermek isterim. Bu İngiliz Sosyalist Partisinin sloganlarından (Savaş barıştır, özgürlük esarettir, cehalet kuvvettir) alınma.

George Orwell’in 1949’da çıkan kitabında tanıdık gelen başka birşey ise kullanılan dilin daha basit bir şekle evrilmesi. Parti “Yeni Söylem” (Newspeak) denilen bu dil sayesinde konuşma nüanslarını yok ederek insanların basit düşünmelerini sağlıyor. Dil basitleştikçe tartışma ve dolayısıyla sunulan fikirlere karşı çıkma olasılığı azalıyor. Trump’ın Twitter’daki kestirme ve basit konuşma tarzı yavaş yavaş standart haline geliyor. 1

Sonuç 3: Edebiyat Olarak 1984 Daha Başarılı
Bu iki kitabı geçmişten günümüzün halini tahmin eden öngörülü birer yapıt değil de saf okuma zevki için okuduğunuzu varsaycak olursak 1984’ün açık ara önde olduğunu söylemem lazım.

Cesur Yeni Dünya sanki Hollywood için yazılmış didaktik sahnelerinde okuru aptal yerine koyuyor. 1984’te ise böyle bir ton yerine insana Osmanlı tokadı atan sahneler yaratılmış. Kitabın sonunda ne olacağını bilmemize rağmen Winston’ın acıklı dönüşümünü izliyor ve totaliter devletten ve o baskı atmosferinden kaçış olmayacağını görüyoruz.

İki kitabın sonu da kötü ama 1984’ü kapattığınız zaman oturduğunuz yere çöküp kalıyorsunuz. Büyük Birader’e karşı mücadele eden Winston nihayet mutlu oluyor!  Son cümleler iç karartıcı:

Sorun yoktu, herşey iyiydi, mücadele sona ermişti. Kendisini yenmişti. Büyük biraderi seviyordu.

Winston kendini kurtarmış lakin okura distopyalardan distopya beğenmek kalıyor.

Intelligence Squared münazarasının sonunda moderatör, “Aslında iki kitap da geleceği bilmiş” diye bağladı. Ben ise ikisi de bilmesin diye umut etmek istiyorum.

  1. Enteresan bir tesadüf ile bu yazının yazıldığı 2018 Şubat’ında Tanıl Bora bizdeki bu yeni kelimeleri anlatan “Zamanın Kelimeleri” isimli bir kitap çıkardı.

Yorum Yazınız / Leave a Reply