The Ground Beneath Her Feet, Salman Rushdie (Yalın)

Son romani The Ground Beneath Her Feet Salman Rushdie adli edebi deha ile ilk tanismam oldu. Uzerinde en cok konusulan iki kitabi Seytan Ayetleri ve Geceyarisi Cocuklari yerine bu romani ile kendisini okumaya baslamami basta garipseyen vardi. Kimi ustalarin son urettiklerini gordukten sonra eski urettiklerine de donup bakma taktigini denedim. Yeni nesiller eski ustalarla hep boyle tanisirlar: Mesela U2’nun son albumunu dinleyen yeni nesil muzikseverler begendikten sonra donup October gibi eski klasik albumlerini de alirlar. Veya Almodovar’in gecen seneki Todo Sobre mi Madre filmini seyredip begenen filmseverler arasindan geri donup Matador’u da videocudan kiralayanlar cikmistir. Hatta Yasar Kemal’in son Ada Uclemesi’nin ilk kitabini okuyan ve begendikten sonra yillar sonrasina geri donup Ince Memed’i okuyan bile olmustur mutlaka. Masalci Rushdie ile de oyle tanismak istedim. Gunumuz dunyasinda, gunumuz olaylari yasanmisken, Internet ve CNN artik herkesin onundeyken neler yaziyor, neler uretiyor, gormek istedim. Sonra en basarili calismasi olarak gosterilen Geceyarisi Cocuklari’na da sira gelecektir bir gun.

U2’nun son albumunun Avrupa baskisinda 12 numarali sarkinin adi The Ground Beneath Her Feet. Dostu Salman’in romanindan sozleri secen Bono yazmis muzigini. Yaklasik 600 sayfalik kitabi okurken de tum ana karakterleri film muzikleri misali kafamda bu sarki ve benzeri tonlari kullanarak tasvir ettim. Zaten kitap adeta notalarla yazilmis ve sanki her yeni bolumun basinda bir sol anahtari ve sonunda bir sus isareti var; roman Vina Apsara ve Ormus Cama adli iki uluslararasi rock yildizinin oykusu. Guzeller guzeli ve etkileyici sesli Vina’nin, kendi gibi muzikle icice bir hayata sahip Ormus ile kucuklugunden beri yasadigi iliskiler uzerine kurulu, mitolojik Orpheus hikayesinin esnetilerek gunumuze uyarlanmasiyla ortaya cikan epik ve lirik bir roman bu.

Orpheus Yunan mitolojisindeki en meshur sair ve muzisyendir. Elinde lir tutan herhangi bir Yunan tanrisi resmi ya da heykeli gorurseniz, o Orpheus’tur iste. Karisi Eurydice zehirli bir yilan isirigi sonucu olur. Orpheus cok sevdigi karisinin olumune o kadar uzulur ki sarkilarin en acisini soyler, muziklerin en keskinini calar. Zeus’un kardeslerinden Tahtalikoy tanrisi Hades bu sarkilari duyunca Orpheus’a karsi yumusar ve Eurydice’i alip geri getirebilmesi icin olulerin bulundugu yeraltina gitmesine izin verir. Bir tek kosul vardir, o da Orpheus’un Eurydice’in yuzune donus yolu boyunca geri donup bakmamasidir. Orpheus oteki tarafa gecer, karisini arar, bulur ve sevinc dolu yukari yolculuguna baslar. Ancak donus sirasinca Eurydice’in guzel yuzunu o kadar ozlemis, o kadar ozlemistir ki dayanamaz, geriye dogru yasak bir bakis atar ve o anda Eurydice’i bir kez daha kaybeder. Karisini ikinci defa ve sonsuza dek kaybetmenin acisiyla Orpheus tum kadinlardan ve dunyevi zevklerden uzak durmaya baslar ve bu seferki agitlari o kadar aci, o kadar izdirap doludur ki, cevresindeki azgin kadinlar Orpheus’un uzerine saldirip onu elleriyle parcalarlar. Kopan kafasi nehir boyunca ilerlerken dahi sahane sarkilar soylemeye devam eder. Hikayeye gore vucudunun parcalari Trakya’da Libethra sehri civarlarina gomulmustur. Gunumuzde dahi bulbullerin Libethra sehri civarlarinda en yuksek, en billur sesleriyle sakidiklari soylenir.

Rushdie kendi hayal dunyasinda Orpheus rolu icin sarki sozu yazari ve muzisyen Ormus’u yaratmis. Ama asil ayaklarin altindan kayip giden ask, oykuyu kendi diliyle anlatan, ve tum karakterlerin bir bakima etrafinda kesistigi, fotografci Rai’nin Vina’ya olan aski. Ikinci Adam Rai’nin hayat boyu suren Vina aski, Tek Adam Ormus ile Vina arasindaki hayat boyu suren asktan duygusal ve fiziksel olarak (Ormus’un soyadinin aksine) epey farkli. Ormus ve Vina’nin aski Orpheus ve Eurydice gibi bu dunyada ve olum otesi surebilecegi hayal edilebilecek derinlikte. Asiklar olum ve yasam arasinda gidip geldikce kimin esasen nereye ait oldugunu ve askin olumden once mi olumden sonra mi daha kuvvetli oldugunu tartismak mumkun.

Rai hayat boyu ikinci adam rolunu ustleniyor ve bu yuzden okur biraz onun icin uzuluyor. Ayni yatak icerisindeyken de, kitalar otesindeyken de, Vina’nin her zaman kalbindeki Ormus’tan sonra basliyor onun rolu. Biraz da Vina’nin Ormus’la arasindaki iliskinin dokunulmaz buyuklugunden oturu Rai’ye ihtiyac doguyor aslinda. O da bir sanatci ama hareketin, dansin, muzigin sanatcisi degil, fotografin yani tek bir anin sanatcisi. Kimi anlar gelir ki hayatta, istedigimiz bir seyi elde edemeyecegimizi anladigimizda diger bir alternatife yonelip kendimizi mutlu etmeye ikna ederiz. Ama kimi anlar gelir ki, istedigimiz seyin nerdeyse aynisi — belki de baska bir kiliga girmis olarak ta kendisi — karsimiza cikar ve ne oldugunu tam olarak bilmeden uzerine atlariz. Bu gibi anlarin resmini cekmeye calisan Rai’nin sonunda buldugu da boyle bir mutluluk.

Romanin on ve arka planinda yer alan cesitli temalari Rushdie’nin kelimelerle danseden dilinden okumak epey derin bir roman tecrubesi yaratiyor. Bazen ustad Rushdie’nin romanindaki cesitli nesir ve nazim cumlelerini sayfalar geride olmasina ragmen geri donup donup bir daha, bir daha okuma ihtiyaci hissediyordum, ama yazdigi cumlenin karisikligindan oturu degil, daha cok bu karisik cumleyi bu kadar guzel kelimelerle ve bu kadar esprili olarak nasil yazabildigini anlayabilmek ve biraz da o karisik cumleleri caktirmadan ezberleyebilmek icin. Ayrica hayal gucunu masal dinler gibi takip ettim; bazi sahsina munhasir karakterleri yaratirken uzerinde inanilmaz detaylarla sayfalarca ugrasip, tam okur o karakter icin gozlerinin onunde canli bir imaja ulasmisken, ani bir kalem hareketiyle pattadanak hikayenin disina itebilecek kadar zengin bir guce sahip Rushdie. Ayrica bazi yerlerde kucuk, sakli esprilerle dolu, kahkaha attiracak kadar da eglenceli bir anlatimi var. Okudugum dili en renkli yazarlardan biri olmakla beraber, kendisinin eski diller ve kulturlerden gunumuz dunyasina kadar bildigi irili ufakli detaylar beni hayranlik icerisinde birakti.

Temalar arasinda oncelikle Bombay, Londra ve New York’ta gecen dunyali romanin vatanini terkedip baska vatanlar arayan karakterlerle dolu olmasi ve bu karakterlerin roman ve hayat boyunca vatanlar arasi gercek vatan arayisiyle gidip gelmesi bana Sehir, Ada, Memleket, Vadi dusuncelerim kadar yakin geldi. Genc yaslarda ailesini, evini, arkadaslarini birakip okyanusun otesindeki gokdelen dolu Sehre veya kitanin tam ucundaki yagmurlu Adaya gidenlere bazi anlar tanidik gelecektir. Veya katastrofik deprem temasi iceren bolumlerde hep aklimda Turkiye vardi. Depremin asil onemi basliga verdigi katki, yani bir askin ayaklarin arasindan kayip gitmesi aslinda bir metafor degil. Depremler ayrica curuyup giden bir takim ulkelerin ve toplumlarin yikilip dagilmasinin da sembolu, yani Hindistan’da son kirk yilda yasanan politik curumusluklere de deginiyor Ustad. Bir baska tema da uluslararasi celebrity’lerin gunumuz dunyasindaki rolu uzerine kurulu ve merkezinde Vina var. Turkiye orneginden gayet iyi bildigimiz gibi, medyanin vezir ve rezil edebildigi bu sohrete sahip insanlarin dunya icin neler yapabilecegi ve sohretin verdigi guc uzerine fikirler var romanda. Vina’nin tasvirleri sirasinda ara ara akla Madonna geliyor, ama ondan epey farkli yonleri var — bunlari ve diger detaylari, heyecan kacirmama ugruna, romani okuma niyeti ve sabri olanlara birakiyorum.

The Ground Beneath Her Feet’i okumak baslibasina bir mitolojik, duygusal tecrube. Adeta tanrilar tarafindan ozel izin verilmis, yeraltina bir yolculuk. Muzik dinlemeyi ve kitap okumayi seven herkes Rushdie’nun romaninda yarattigi hayal dunyasina cabucak girecek ve kolay kolay cikamayacaktir.

Londra

Yorum Yazınız / Leave a Reply