Çin’e Gitmeden Önce Bilinmesi Faydali Şeyler

Uzakdoğu iş seyahatinin ikinci kısmı için Hong Kong üzerinden Çin’e geçtik. Facebook sayesinde Hong Kong havaalanında (7 yıldır göremediğim düğünü için Hindistan’a gittiğimiz) arkadaşım Pratap’ı sadece 1 saatle ıskaladığımı farkettim.  Görebilsem çok sevinecektim, teknoloji hep geç kalıyor zaten…

Şangay havaalanına inerken söylendiği gibi şehrin etrafında bir hava kirliliği bulutu var mı diye görmeye çalıştım.  Maalesef uçağın tam ortasında oturduğum için göremedim. Ama daha sonra bu hafta boyunca (pilot dilinde) “Şangay semalarında” 3 kere daha uçtum ama hiçbirisinde hava kirliliği ile karşılaşmadım.  Hatta bir adım daha ileri gitmem gerekirse Çin’de bayağı mesafe katetmeme rağmen sadece Hefei şehrinde hafiften bir hava kirliliği kokusu farkettim – kirli dediğim Hefei’nin havası da kışın İstanbul’un havasından temizdi.

Bir hafta içerisinde katettiğim mesafe demişken şöyle izah edeyim: Istanbul’dan Cumartesi kalktık, öteki Pazar döndük. Bu sürede 9 kez uçtum, 7 ayrı otelde kaldım.  Dünyam şaştı desem yeridir; hem Çin’in acayipliklerinden, hem sürekli çıkılan iş yemeklerinden ve yemeklerdeki alkolden (yemekler az sonra), hem her sabah o yemeklere rağmen erkenden yetişilen uçaklardan, hem de saat farkından.  Ama şikayetçi olmamak lazım, Çin mümkünse görülmesi gereken bir ülke.

İlk İzlenimler
Şangay’da pasaport kontrolünden geçerken acayiplikler başladı.  Pasaport kontrolü yapılan masaların kenarlarında minik bir ekran var, polis muamelenizi yaptıktan sonra ekran yanıp sönmeye başıyor ve bir polis devletinde pasaport polisine memnuniyetinize göre not veriyorsunuz!  3 seçenek var: “Vallahi çok memnun kaldım” manasında gülen surat, “Bana bulaşmayın da ne haliniz varsa görün” manasında ifadesiz surat, “Polisten o kadar memnun kalmadım ki hayatım pahasına hırsla kendisine kötü not vereceğim” manasındaki asık surat.

Polis hakkında negatif veya pozitif bir fikrim oluşmamıştı.  Ama biraz suratsız geldi doğrusu.  İnsan diğer uzakdoğu tercübeleri ile karşılaştırıyor haliyle; Tayland’da herkes çok güleryüzlü idi, Tayvan çıkışındaki pasaport polisi Türk pasaportunu görünce “Selamınaleyküm, nasılsınız?” demişti (meğersem turist olarak 10 gün Türkiye’yi gezmiş).  Şangay’daki ise yüzüme bile bakmadan dan dadadan damgaları basıp pasaportumu iade etti.  Daha iyi olabilirdi diye düşündükten sonra kendi kendime önümdeki seçeneklerden asık suratı işaretleyeyim dedim.  Sonra birden gözümün önüne bir sahne geldi: ben memnuniyetsizliğimi belirtmenin hazzıyla asık surat düğmesine kıs kıs gülerek basar basmaz birden voit-voit-voit (adamların alarmı bile farklı yahu!) bir alarm çalıyor ve nereden geldiği belli olmayan üniformalı gerçek asık ve çekik suratlar rap rap gelip beni (bağırtılarımı dinlemeden) sürükleyerek götürüyorlar.  Hemen tırstım, şimdi ne olur ne olmaz diye ifadesiz suratı işaretledim geçtim!

Havaalanı çıkışında gerçek ismini unuttuğum ama kendisini David olarak tanıtan güleryüzlü bir arkadaş tarafından karşılandık.  Otelimize gittik, eşyalarımızı bıraktık ve hemen yemeğe çıktık.

Yemekte tanıdığım en komik insanlardan birisi olan Xi (Şi okunuyor) bizi bekliyordu.  Kısa sürede birbirimize ısındık ve ardarda yemekler ve espriler gelmeye başladı.  Şi bize kıyak olsun diye restoranın arka tarafında bir oda ayarlamış.  Ortasına bir rulman üzerinde dönen dairesel bir cam yerleştirilmiş oldukça büyük bir yuvarlak masanın etrafına bizden başka Şi, David ve şoförümüz yerleştik.  Çin’de böyle bir alışkanlık var, yemeklere şoförler de gelip aynı masaya oturuyorlar.  Güzel birşey tabii ama insan iş konuları konuşurken biraz tedirgin olmuyor değil.

Yediklerimiz ve Yiyemediklerimiz
Yemekler geldikçe Şi bize tek tek ne oldukları açıklamaya çalıştı.  Küçük domatesleri ve pilavı saymazsak bu yemekte (bildiğim kadarıyla) daha önce yediğim birşey yemedim, ki Çin yemeği seven bir kişiyim.  Şi yediğimiz şeylerin bazılarının ingilizcesini bilmediği için açıklayamadı (böylesi daha mi iyi oldu acaba) ama anladıklarımdan bazıları şunlardı:

    • Güvercin ızgara (bıldırcını yanlış tercüme ediyorlar sandım ama gerçekten de güvercinmiş),
    • Nilüfer çiçeği reçeli (“Siz neden yemiyorsunuz?” diye sordu, hakkaten neden yemiyoruz acaba?),
    • Tavuk kıçı (elleriyle arkalarını gösterip güldüler, umuyorum ki kıçıdır),
    • Sirkede bekletilmekten beyazı kararıp ışık geçirgen olmuş güvercin yumurtası,
    • Yemeğin sonunda gelen aç kalanları doyurma amaçlı sebzeli pilav,
    • Deniz hıyarı (tatsız nişasta gibi birşeydi),
    • Şekerli yerfıstığı ve acı kırmızı biberle karıştırılmış minik balık yavruları; çerez niyetine yeniyor,
    • Soya soslu preslenmiş fasulye (tofu),
    • Yengecin biryerleri,
    • Horoz ibiği (bütün kafayı ağza atıp kemik ve kıkırdak gibi sert kısımlarını tükürüyorsunuz),
    • İngilizce hotpot dedikleri, önünüzde haşlanan yağlı suyun içerisine kendinpişirkendinye stili et/tavuk/makarna/yengeç/sebze attığınız ve türk damak tadına uygun yemek
cin_genel_yumurta.jpg

Güvercin Yumurtasi

Başka bir gün bir yemeğe otururken evsahibimiz gülerek köpek isteyip istemediğimizi sordu.  Seyahatteyken her zaman yerel şeyleri yemeyi tercih ederim ama köpek benim için artık zurnanın zırt dediği yer oldu!  Adam hafiften pis pis sırıtarak sorduğu için ciddi miydi yoksa bizim kömürlerin üstünde dönen seyyar kokoreci gösterip “şişe geçirilmiş eşek penisi” diyerek ecnebileri kandırdığımız gibi dalga mı geçiyordu anlayamadım ama şiddetle reddettim.  Bunun üzerine çipura benzeri bir balıktan yapılma çorba, sebzeli pilav ve çok acı bir et geldi.  Et ne etiydi bilmiyorum.  Köpek lafından sonra sormak istemedim.

cin_genel_tavukkici.jpg

Tavuk Kıçı Oldugunu Umduğum Yemek

Bütün bu bahsettiğim yemeklerde öğlen akşam demeden su yerine bira içildi, bu yetmiyormuş gibi pilavdan yapılma bilimum içkiler bardaklara doldu doldu boşaldı.  Bu içkileri acayip bir merasimle içtik.  Yemek sırasında birisi ayağa kalkıp masadan başka birisini çağırıyor (“Mista Emi, Mista Emi”) ve bardağını fondip ediyor.  Mista Emi dedikleri sizseniz (bana baktığına göre ben olmalıyım) siz de bardağınıza pirinçten yapılma zıkkım gibi ağır içkiyi doldurup fondipliyorsunuz.  Daha sonra iki kişi karşılıklı boş bardaklarını birbirlerine marifetmiş gibi gösteriyorlar.

Istanbul’a döndükten sonra bu yediğim acayip yemekleri anlatırken Serdar haklı olarak “Hayvanların bütün acayip uzuvlarını yiyorlarsa bu hayvanın normal yerleri ne oluyor?” diye sordu.  Babamın söylediğine göre diğer ülkelerden normalde çöpe gidecek bu tavuk tırnağı, ayı pençesi gibi uzuvları çinliler bol miktarda ithal ediyorlarmış.

Sonuç olarak Çin’de vakit geçirecek insanların midesinin sağlam olmasını tavsiye ederim.  Ayrıcana Pekin, Şangay dışına çıkılacaksa çopstik kullanmakta zorlanıyorsanız yanınızda plastik çatal bıçak getirmeniz elzemdir.  Ben çopstiklerime hakim olduğunu düşünen bir kişiyim ama bazen sümüksü yiyecekleri yerken çok zorlandığım oldu.  Bu durumlarda elleriyle ekmek tutmakta zorlanan bizim yarım yaşındaki bebeği anladım biraz.

Pislik ve Temizlik
Mideniz sağlam olsun demişken iş yemekte bitmiyor malesef.  Çin’de erkeklerin tükürmesi adeta bir milli spor.   Sokaklar tükürük dolu.  Ayrıca tüküremedikleri zamanlarda da burunlarını şiddetle çekme seslerini, balgamlı tükürme öncesi (yurdumuzda da uygulaması oldukça yaygın olan) “haaark” sesini mütemadiyen duyuyorsunuz.

Hadi sokakta bunlara dayanmak bir yere kadar olabilir – ama zaten dar ve tıklım tıklım dolu olan; yandakinin, öndekinin, arkadakinin, koridordan geçenin sürekli çarpıp durduğu uçakların içerisinde sağdan/soldan/önden/arkadan “haaark” “öhaaaa” “gıyyyyk” “tıpppppsss” sesleri geldikçe çıldırayazdığımı hatırlıyorum.  İşin acayibi uçakta o “haaark” hareketi sonrasında doğal olarak gelmesi gereken tükürme sesi de gelmiyor.  Boğaz çeperlerinden sertçe geçen nefes marifetiyle sökülen balgam ne oluyor bilmek istemiyorum.

Tukurgen Bir Cinli Abinin Pesinden Giden Merakli Ecnebi Vidyosu (50 metrede 5 tükürük)

Öte yandan – zor biliyorum ama – tükürük hadisesini gözardı edebilirsek Çin’de gördüğüm bütün şehirler çok temizdi.  Yollar, kaldırımlar, parklar da aynı şekilde.  İnsanları da hem üstleri başları hem de kendileri püripak geziyorlar.  Komünizmden kalma disiplinin doğulu temizliği ile karışımından dolayı olduğunu tahmin ediyorum.  Yukarıda da yazdığım gibi hava kirliliği de endüstriyel kirlilik de görmedik.  Gezdiğimiz fabrikalar da çok düzenli ve ucuz işgücüne rağmen oldukça az elemanla dönen fabrikalardı.

Bütün kaldığımız oteller için de aynısını söyleyebilirim.  Hefei Hilton otelinin gecesi sadece 70 dolardı ama kaldığım en güzel Hilton oteliydi (iddialarına göre 2007’de dünyanın en iyi Hilton oteli seçilmiş).  Oteller hakkındaki tek şikayetim her tarafta çok kötü müziklerin çalması oldu.  Hadi kötü müzikleri geçtik (gecenin bir saatinde yorgun argın gelince Sound of Silence dinlemek işkence oluyor) bir de heryerde krismıs şarkıları çalıp duruyordu.  Çinliler pek hristiyan olmamalarına rağmen krismıs olayını benimsemişler.

Çince Karakterler
Çin için bazen “ayrı bir kıta” derler.  Dünyanın kalanından ne kadar farklı olduğunu düşünürsek çok da haksız değiller aslında.  Çinlilerin kendilerine ait alfabeleri dışında bildiğimizden tamamen farklı tıpları (akupunktur ve şifalı ot tedavileri), müzikleri ve müzik aletleri, operaları ve tiyatroları, sporları, yemekleri, dinleri (Çin’deki budizm Hindistan’dakinden farklı), hatta bize hiç komik gelmeyen acayip bir fıkra anlayışları var.

Bizim üniversitedeki araştırma grubunda Gaoping Mao diye bir abimiz vardı.  Her sunumunun sonunda bir Çin fıkrası anlatma geleneği vardı.  Fıkrayı bitirdikten sonra kendisi katıla katıla (gözleri yok olarak) gülerdi, biz de aval aval bakardık.  Bir örnek: “Adamın birisi (farzedelim Ming) aşçıymış ve evinde hiç et yenmediği için et pişirdiği günlerde bir parça eti gömleğinden içeri atmak suretiyle evine götürürmüş.  Bir gün parayı denkleştirmiş, evde de et pişirmiş.  Ve bir parça eti gömleğinden içeri atmış!” Bizim politikacıların (şakacı Egemen?) esprileri gibi biraz, anlattıktan sonra etrafta gülecek yalaka adam lazım.

Çin’deki birçok acayip şey arasında dışarıdan gelen birisi için en dikkat çekeni alfabeleri.  Bazı yerlerde ingilizce yazı yok.  Öte yandan bu alfabenin ilginçliği bildiğimiz anlamda sesleri temsil eden şekiller yerine kelimeleri temsil eden şekiller olması.  Yani 3000 kadar çin harfini ezberlemeyi becerirseniz tek kelime çince bilmeden çince okuduğunuzu anlamak mümkün!

cin_genel_insan.jpg

Sevdiğim Çin Karakterlerinden Birisi: Insan

Orada kaldığım bir hafta içerisinde her tarafta gördüğüm bazı şekilleri öğrenmeye muvaffak oldum.  Örneğin, “Çin” kelimesi iki karakterden oluşuyor, birisi orta ötekisi de toprak/dünya demekmiş.  (Evet aynen Yüzüklerin Efendisi’ndeki gibi.)  Orta dedikleri zaten bir kez görünce hatırlanacak bir şekil.  Bir kareyi ortadan dikey olarak ikiye bölen bir çizgi.  Toprak kelimesi zor ama heryerde Çin yazdığı için bir süre sonra öğreniyorsunuz.  Aynı şekilde 3 kelimesi, çok fazla gördüğüm ve biraz faklı olan Şangay, büyük manasına gelen kollarını açmış adama benzeyen şekil, çıkış manasına gelen şekil kolay öğrenilenlerden.  Ayrıca tuvaletlerde zor durumda kalmamak için erkek ve kadın şekillerini de öğrendim.  Zaten bir kez gördükten sonra hangisinin hangisi olduğunu anlamak için Freud’a sormanıza gerek yok.  Bizzat kendisi dizayn etse bu kadar olurdu.

Çin Dili (Mandarin)
Konuşmaya gelince aslında gramerleri çok kolaymış zira fiilleri zamanlara göre çekmek diye birşey yokmuş.  Mesela “geldim” demek yerine “ben dün/önce geldi” diyorsunuz.

Ama telaffuza gelince alışık olmayan bizler için çok zor.  Çince “tonal” bir dil.  Yani aynı kelimeyi 4 değişik şekilde okuyunca 4 değişik anlamı oluyor.  Misal Çin derken kullanılan ve toprak anlamına gelen “guo” kelimesini vurgu başta, sonda, ortada veya vurgusuz okuyabilirsiniz.  Hepsi ayrı kelime.  Yazılışları da farklı.

ai.png
cin_genel_ming.jpg

E-MING

Yabancı dillerden geldiği için Çince’de bulunmayan sesler için de benzer birşeyler uyduruyorlar.  Otellerde çekin yaparken dikkat ediyordum, adımı bazen başka bazen başka şekillerle yazıyorlardı.  Sonunda 3000 kelimeyi okuyup yazabilmekle övünen adamımız Şi’ye sordum ve adımı birkaç değişik şekilde yazdı.  Benim en hoşuma gideni “E” ve “Ming” kelimelerini kullanarak yazılanı oldu.  Anlamı da “insanları seven”.  “E” sevmek anlamına gelen kelimelerden birisi, “Ming” de insan.  Güzel bir politikacı ismi olurmuş.

Çin’in en zor girilen üniversitesi olan Pekin Üniversitesi’nden mezun olmakla iftihar eden adamımız Roy ise 4000 kelime bildiğini iddia ediyordu ve o da adımı tamamen başka bir şekilde yazdı.  Daha sonra E-Ming diye yaz deyince (gözleri yok olarak) güldü ve “Evet o da olur” diye tasdik etti.

Bir de konuşulan çinceyi bizim alfabe ile yazmaya yarayan “pinyin” var.  O daha çok çince öğrenirken kullanılıyor.  Kelimeleri tonal olarak okuyabilmek için yanlarına rakam koyuyorlar.  1-4 arası rakam o hecenin nasıl okunacağını anlatıyor.

Her yabancı ülkeye giden insan gibi bazı basit şeylerin çincesini de öğrendim. İş için gittiğimden ve genellikle ciddiyeti bozmamam gerektiği için her yabancı ülkeye giden insanın öğrendiği ilk şey olan küfürleri ise öğrenemedim malesef.  İnsanların yabancı dilde küfür etme meraklarını düşününce Birleşmiş Milletler koridorlarındaki muhabbetleri tahmin edebiliyorum.  Konuyu dağıtmak pahasına bir seferinde sivri akıllı bir arkadaşımızın hırvat gençlerine küfürlerimizi öğretirken mastar hallerinde öğrettiğini ve zamanın meşhur filmi Dirty Dancing’in erotik bir sahnesine denk gelerek içeri dalan hırvatların bir ağızdan “Mını xmek, mını xmek!” diye TV odasını inlettiklerini unutamam.

Tabii Çin kültürü düşünülünce küfürlerinin de “Onurun kahrolsun be adam!”, “Umarım ki başına bilimum uğursuzluklar gelir!” gibi küfürler olduğunu tahmin ediyorum.  Bilen varsa söylesin.

Neyse, çince kelimeler öğrendim dediysem en yaygın Çin diyalekti olan mandarinden bahsediyorum.  (Diğer Çin diyalektleri aynı şekilde yazılsalar da farklı diyalekt konuşanlar birbirlerini anlamıyorlarmış.)  Benim öğrendiklerim standart ve basit şeylerdi: teşekkür ederim, allahaısmarladık (neyse ki bunların türkçesini öğrenen bir yabancı değilim) gibi kelimeler.  Bunları mümkün mertebe kullandım, ama çinliler bir beyazdan kendi dillerinde birşey duymamaya o kadar alışmışlar ki genelde söylediklerimi dinlemiyor olduklarından anlamadılar, çabalarım boşa gitti.

Burada hemen aklıma bizim üniversitenin yakınındaki en ucuz restoran olan Çin lokantası geldi.  Bu lokantayı ev arkadaşlarım Gün, Can Bey ve Utku ile sık sık ziyaret ederdik.  Buradaki çalışan teyze galiba ingilizce bilmezdi.  Ezberlediği belli kelimeler vardı, her yemek alana aynı soruları sorarak yemek servisi yapardı.  Fiyatları da ezberlemişti.  Kendisine farklı birşey söyleseniz bir bilgisayar programı gibi siz doğru şeyi söyleyene kadar tekrar ederdi.  O kadar sık giderdik ki bir süre sonra siparişimi Türkçe vermeye başlamıştım.  Sadece arada anlaması gereken anahtar kelimeleri İngilizce söylüyordum.  Bu şekilde gayet güzel işimizi görüyorduk.

“Hayırlı akşamlar Li-Ling Teyze. Bana oradan tazeyse bir tane general chicken verebilecen mi?  Yanında lo-mein rica ederim.  Mümkünse yağlı tarafından olsun.  Bir de diyet kola.  Cezamız ne kadar oldu teyze?” derdim mesela.  Hemen “foonaytifoo” diye söylerdi, ben de vatan hasretimi birazcık da olsa gidermiş olurdum.

Konuyu dağıttım biraz ama yazının ilk kısmının sonuna da geldim. Malum, Çin büyük bir ülke, yazacak şey de bol.

İstanbul, 2008

3 Replies to “Çin’e Gitmeden Önce Bilinmesi Faydali Şeyler”

  1. tebrik ! güzel olmuş..

    Düşünüyorum da dünyanın bu taraflarında gerçek çin mutfağını yansıtan restoranlar niye hiç açılmaz? farklı ve otantik her zaman ilgi çeker, değil mi?

  2. horoz ibigi ile guvercin yumurtasinin lezzetlerini tasvir edebilecek misin??

    Banu Efe, anlat su hikayeni!

  3. Yasasin!
    Cin yazini merakla bekliyordum ve bi solukta okudum.
    Devami ne zaman?
    Bu arada tukuruk olayinin dikkatini cekmesine sevindim. Zira sen gitmeden bir hafta once “aman abi, devamli tukuruyolar” dedigimde “benim babam cok temiz dedi amaaa” diyerek benim kendimden suphe etmemi saglamistin.
    Benim de aslinda anlatabilecegim seyler var (mesela masaj salonundaki cinli adamin ne dedigini anlayamadigim icin yaptiklarim ve yasadigim utanc bana bi omur yeter).
    Ama onlar ancak yuzyuze anlatilir. Burda pek mumkun degil.

Yorum Yazınız / Leave a Reply