Karadağ (Montenegro)

Teknede tanıştığımız Rus gençlerden esmer olan genç kız, “Sizi buraya ne attı?” diye sordu. “Kovid” dedim, onlar da aynı sebepten gelmişler. Virginia’da oturuyorlarmış ama aslen Sibiryalılarmış. Üçünün de babası yakın arkadaşmış, ilk baba amerikan rüyasının peşinden ailesi ile 90’larda Amerika’ya göçmüş, 4-5 sene sonra sarışının kızın babası ve ailesini yanına getirmiş. Esmer kız Sibirya’daki köylerine bir gidişinde utangaç oğlanla tanışmış, uzak mesafe sevgililik sonrasında evlenmişler.

Karadağ kovid salgını olmasa gitmeyi akıl etmeyeceğimiz bir yerdi. İş için gelmenin bir sebebi yok, çünkü kime sorarsam sorayım ekonomiyi destekleyen turizm hariç bir sektör söyleyemediler, şişe sudan raptiyeye kadar her şey Sırbistan’dan geliyor – turizm de Nisan’dan Ekim’e imiş. Turistik seyahatlerimiz ise çocuklardan sonra çocuk odaklı oldu, Karadağ’da sahil bol ama kumsal az, çocuklara özel bir şey yok, zaten Sırbistan’ın bir köşesi sayıldığı için insanın aklına da ilk gelen yer değil.

80’ler Türkiye Sahilleri Gibi

Ülke kovid salgını sırasında mahvolmuş, tek gelirleri olan turizm bittiği gibi hükümet de kimseye yardım etmemiş. Taksicinin tesellisi bütün plajların kendilerine kalmış olmasıydı. Biz ise Türkiye hala İngiltere’nin kırmızı listesinde iken Karadağ kehribar olduğu için 10 gün karantinamızı burada geçirmeye karar verdik.

THY bizi yeni başkent Pogdorica’ya bıraktı ama orada kalmadan taksi ile yaklaşık 2 saatlik bir yol ile Budva’dan geçerek Kotor’a vardık. İlk günlerde buradan taksi ile 10-15 Euro mesafesindeki ufak kasabalara ve plajlara giderek çevreyi gezdik, daha sonra araba kiralayıp daha uzakları keşfettik.

Karadağ Neden Ayrı Bir Ülke?
Karadağ’da yerlilerle konuşurken önceleri neden Sırbistan’dan ayrıldıklarını anlamaya çalıştım. Kısaca durum şu: önce 1992’de Yugoslavya iç savaşı sonrasında Yugoslavya dağılınca oluşan ülkeler arasında en önemlisi Sırbistan, Karadağ da Sırbistan’ın içinde hafif özerk bir şekilde kalıyor. 2006’da Karadağ bir referandum yapıp %55,5 oy ile lazım olan %55 barajını geçip ayrılmaya karar veriyor. Sırbistan da itiraz etmiyor. Bugün Sırbistan’ın denize kıyısı yok, Karadağ’da da turizmden başka birşey yok. Dilleri aynı, dinleri aynı, eskiden tek ülkeler. Neden ayrılmışlar?

Bir sorduğum taksici (aralarında oldukça iyi İngilizce konuşanları vardı), “Bizim Sırplardan her şeyimiz ayrı, tabii ki ayrılacaktık” dedi. Neleri ayrı anlayamadım. Bizim otelin sahibi hanım, “Sizden İskoçlar neden ayrılıyorsa ondan” dedi. Üstüme alınmayarak, “İskoçlar İngilizleri geçmişten dolayı sevmiyorlar, yoksa ekonomik olarak çok saçma” dedim. Biraz daha zorlayınca, “Biz ülkemizi başka şekilde yönetmek istiyoruz” dediler.

Karadağ daha ayrılmadan ayrı bir merkez bankası varmış ve para birimi olarak Alman Markı’nı kullanıyorlarmış, şimdi ise para birimi Euro. AB’ye girmek için sıraya girmişler. Daha küçük ve sorunsuz bir ülke oldukları için AB’ye girme şansları artmıştır ama otel müdiresi Sanja onları almayacaklarına emindi, otel sahibesi de, “Zaten Hırvatlar da çıkmak istiyor, bizim ne işimiz var ki?” dedi.

Dağ İnsanı Dediysek Dağ da Dağ

Uyduruyorum ama bence bir sebep de dağ insanlarının dik kafalılığı veya deniz insanlarının içerilerde kalmış Sırplara göre daha açık fikirli olmaları olabilir.

Kotor
Burak’ın şiddetli tavsiyeleri ile Kotor kasabasını mesken tuttuk. Bazı iddialara göre Kotor, Karadağ’dan görülecek bir numaralı yer. Dubrovnik gibi içine hiç dokunulmamış surlar içinde bir şehir. Dubrovnik yarımada ama Kotor da sırtını dimdik bir yamaca dayamış, önü Kotor Körfezi’nin sonu, o koca şehir surlarının arkasında savunması kolay. Bence Kotor Dubrovnik’e göre daha gerçek görünümlü, içinde hala insanlar yaşayan bir yer, ondan daha sevimli.

Gözünüzü Kısarsanız Kotor Körfezi Uzanmış Bir Kediye Benzer

Kotor körfezi Adriyatik kıyılarından içeri girmiş iki tane iç körfezden oluşuyor. İlk körfez daha geniş bir boğaz ile denizden ayrılmış. İçeri girince batıda Herceg Novi şehri, karşısında ise 2. Dünya Savaşı’nda kullanılmak için yapılmış ama kullanılmamış denizaltı saklama mağaraları var. İkinci körfezin tam karşısı Perast. Körfezin doğu, en uzak ucu ise Kotor.

Bütün Şehir Sodyum Lambası Renginde Aydınlatılmış

Kotor, Ege ve Akdeniz’de birçok şehir gibi korsanlar kolay yağmalamasın diye tasarlanmış dar, arnavut kaldırımı kaplı labiranten sokaklara sahip, neredeyse tamamı kireçtaşı ve kiremitten yapılma tertemiz bir şehir. Elektrikli bir traktörün arkasına bağlı her birinde bir adam duran vagonlar şehirdeki çöp kutularını sürekli boşaltıyorlar. Bütün sokaklar lokanta, bütün zemin katlar dükkan, üst katlar ise otel. Köşelerde sokak müzisyenleri (klasik, müzik, caz, bazen akustik rock/pop) konserler veriyorlar, hem esnaf hem de turistler sakin; acele yok, bağırtı yok, tabela kirliliği yok.

Ülkenin servis sektörüne çok alışık olmayan sosyalist geçmişinden veya dağlarda yaşayan insanların sertliğinden dolayı olsa gerek, esnaf biraz aksi yüzlü. İlk su aldığım bakkalda belki de 2 Euro için kredi kartı verdiğimden, bakkal kız kredi kartımı atarak geri verdi (nakit param yoktu!) Sonrasında bir garsona sipariş değiştirme ricası yapınca, “Artık geçti, mutfağa verdim” diye terslendim. Ama bu durumu kabul edince herkes son derece dürüst ve iyi niyetli. Taksiciler araba durunca taksimetreyi durduruyorlar, en ufak para üstünü bile geri veriyorlar. Garsonlar bahşiş beklemiyor ama verdiğimizde içtenlikle teşekkür ediyorlar. Bir seferinde (Vardar Oteli, kahvaltısını tavsiye ederim) garson ben bahşiş verecekken beni, “Servis içinde, vermeniz şart değil” diye uyardı.

Kotor Esnafı Kedilerin Çok Ekmeğini Yemiş

Kotor’daki 25-30 dükkanın sahipleri Türk: halıcı, sahte çantacı, her türlü tekstil malzemecisi, kedi temalı herşey, hediyelik eşya… Türk esnafı tiplerinden değil – zira Karadağ’daki hemen hemen herkes Türkiye’de birilerine benziyor – maskeleri kollarına takıp dükkan önünde sigara içmelerinden tanıyabilirsiniz. Birkaç gün merak ettikten sonra dükkanlarının önünde Türkçe konuşan iki hanımefendiyi duyunca – kendimi sigara içen adamlara göre daha yakın hissettiğimden – neden bu kadar Türk esnaf olduğunu sordum.

Kotor sur içinde ufak bir dükkanın kirası ayda 500 Euro civarındaymış, içini doldurmak da 15.000 Euro olsa, 20.000 Euro’ya Karadağ’a taşınmak mümkün. Sattıkları malzemeleri Türkiye’den getiriyorlarmış, çocuklar Sırpça öğrendikten sonra okullar iyiymiş, oturma izni almak eğer iş sahibi iseniz kolaymış. Bir de kibarca yerliler biraz tembel demeye getirdiler, zaten çoğu dükkan sahibi kira ile geçinirmiş.

Kotor’daki esnaf hanımlarla konuşurken, son senelerde yaşadığımız beyaz yakalı eksodusunun bir bakıma hoşuma gittiğine karar verdim. Sonuçta esnek, çok hızlı adapte olan bir milletiz; iki genç kadın kalkıp Karadağ’a gelmiş ve yeni bir hayat kurmuşlar. Kolay olmadığına eminim ama Türklerin pratik zekası, uyanıklığı ve inisiyatif alma güdüsü gittikleri ülkelerde fark yaratıyor diye tahmin ediyorum. Beyaz yaka beyin göçüne sebep verenler de memnun gibi olduğuna göre diyecek birşey yok.

Kotor yaklaşık 400 sene Venedik işgalinde kaldığı için Venedik’e benziyor, Osmanlılar bölgeye hakim olmaya başlayınca iyice Venedik korumasına girip birkaç Osmanlı kuşatmasını savurabilmişler. Sonrasında da Avusturya-Macaristan imparatorluğu hüküm sürmüş. Balkanlarda Osmanlı gelmemiş ender yerlerden birisi.

Kotor’un surlardan sonra en önemli binası çan kulesi odamıza 30m uzaklıktaki 1166 yapımı Aziz Trifon Katedrali. Burası Venediklilerden kalma bir katolik katedrali. İlk sabahımızda gece 1’de biten müzikten sonra güzelce uyurken sabah 7’de tam 24 kez çalan çan ile uyanınca papaz efendiye zangoçunu uyarmasını rica etmeyi düşündüm ama ailenin gerisi beni engelledi. Saat 1’e kadar odamızın içinde kötü bir cins elektronik müzik çalan bara ise gerçekten gidip şikayet ettim, sonra belediyeye de ayrıca şikayet ettim – işe yaramadı.

Lapseki’li Hemşehrimiz Aziz Trifon’un Katedrali

Katedrale ismi verilen Aziz Trifon (Bulgar futbolcu Çirkin Kral Trifon Ivanov‘dan hatırlayabilirsiniz) Çanakkale Lapseki doğumlu olduğu düşünülen bir aziz. 250 senesinde İznik’te Romalılar tarafından ağır işkenceler sonunda öldürülerek aziz mertebesine ulaşmış. Balkanlarda şarap bağlarının ve bahçıvanların azizi olarak bilinirmiş. Kilisede bir mermer kaidenin üstündeki gümüş kutuda azizin kafatası duruyor(muş). Onun dışında başka dini sanat eserleri ve kim olduğunu anlayamadığımız başka kişilerin kemikleri çeşitli kutularda katedralin üst kattındaki müzede görülebilir.

Kotor’un etrafındaki surlara çıkmak şehri anlamak açısından faydalı. Biz maalesef son akşam ve hava kararıp da serinleyince çıktık, yine de güzeldi. Yoldaki “lütfen yukarıdan evlerin çatısına taş atmayınız” uyarısını yerinde buldum.

Kotor’un içinde bir denizcilik müzesi var, Perast’takinin büyüğü, hemen hemen aynı şeyler görülebilir: savaşlarda ele geçirilen silahlar, denizcilik aygıtları, gemi resim ve maketleri, önemli denizcilerin resimleri ve bazılarının ev eşyaları, önemli ailelere verilen bilimum ödüller. Burada Osmanlı ile ilgili tek resim Hercule Poirot tipli bir adamın portresi idi, Osmanlılar adamı ve 80 hristiyanı esir ettikten sonra Kos’ta demirleyince kaptan bir grup askerliyle gemiden ayrılmış. Hercule Poirot ve adamları Türkleri esir alıp gemiyi Malta’ya kaçırmışlar. Sonra da tabii ki taltif etmişler.

Perast
Bir günümüz Perast’ta geçti, Kotor’dan taksi ile geldik. Taksi bizi şehrin doğu kenarındaki otoparkta bıraktı ve şehrin batı kenarındaki Pirates Beach’e yürüdük.

Perast’ta Yine Venedik Yalakalığı Söz Konusu

Pirates’a yürürken sağda büyük romanesk kiliseyi geçer geçmez ufak bir müze var. Ben normalde girerdim ama yanımdaki oğlum ilgilenmez diye düşündüm. “Müzede bir Osmanlı generalinden ele geçirilen kılıç varmış” deyince milliyetçi muhafazakar ergenin de ilgisini çekti, girdik. Alt katta kılıçlar, tabanca ve tüfekler, gemicilik alet edevatı ve evin sahiplerinden birisinin hayat hikayesini anlatan posterler var. Üst katlar ise evin bazı odaları zamanındaki amacına uygun döşenmiş.

Bana en enteresan gelen kısmı Zmajeviç, Bujoviç gibi müze binasının sahibi ailelerin zamanının bütün önemli devletlerinden (Osmanlı, Venedik, Avusturya Macaristan, Rusya, İsveç vs.) aldıkları çeşitli madalya, berat, ferman, diploma, nişan gibi belgeler oldu. Nasıl olup da hepsiyle de iyi geçinebildiklerini merak ediyorum.

Perast da Kotor gibi korunmuş, ama çok daha ufak ve yamacın üst kısımlarında sadece evler var. Sahildeki kilise, müze dışında lokanta ve oteller güzel, fakat deniz önünde olmalarına rağmen şemsiye duş vesaire yok – bana uymaz.

Köyün tam karşısında belki 500m mesafede 2 tane ada var. Birisi insan yapımı. Taşların üzerini yıllarca ufak ufak doldurmuşlar (bir iddaya göre ele geçirdikleri bazı gemileri batırıp üstüne taş atmışlar). Hala senede bir kez 22 Temmuz’da gelip adaya taş ekleme geleneği varmış. Bu adanın üstünde “Kayaların Meryemi” isimli bir katolik kilisesi var. Öteki doğal olan adada bir manastır (Aziz Yorgo) ve mezarlık var, ziyarete kapalı.

Porto Montenegro
Bir günümüzde Tivat’taki Waikiki Beach’e gittik (bkz. Plajlar). Çıkışta yemeğe Porto Montenegro’ya yürüdük. Porto Montenegro Kanadalı bir yatırımcı tarafından oldukça güzel yapılmış, şimdilerde Dubai’li bir şirket tarafından işletilen bir marina. İçinde güzel dükkan ve lokantalar var. Kendinizi Dubai veya Yalıkavak Marina’da hissetmek isterseniz gidebilirsiniz.

Çocukların tutturması üzerine girdiğimiz italyan lokantasının diğer şubelerinin Dubai, Doha ve Muscat’ta olmasından şüphelenmek gerekirdi, yanlış seçim oldu. Ama ilerideki Moritz Eis’tan (Kotor’da da bir şubesi olan zincir dondurmacı) aldığımız dondurma durumu kurtardı. Yazlıkçı gibi dondurmamızı yiyerek yürüdük ve elalemin tekneleri hakkında yorumlar yapıp tekne almanın akıl karı olmadığı konusunda kendimizi bir kez daha ikna ettik.

Kotor Körfezi Tekne Turu
Bir sabah 3 saatlik tekne turu yaptık, yazının başında bahsettiğim Ruslar ile birlikte 7 kişiydik. Bizimkine benzer birçok ufak tekne ile birlikte Kotor’dan çıkıp Adriyatik tarafındaki mavi mağaraya gittik. Burası içerisine 5-6 ufak tekne sığacak ebatta, dışarı açılan iki ağzı olan bir mağara. Zemini kaya ve kum, dışarı bakarken türkuvaz bir ışık göründüğü için mavi mağara deniyor. Kaptan kısa da olsa yüzmemize izin verdi ama bir süre sonra diğer tekneler yüzünden yüzmek tehlikeli olmaya başlayınca çıkıp Kotor Körfezi’ne döndük. Perast’ın önündeki adalardan halka açık olanını ikinci duraktı. Yolda 2. Dünya Savaşı’nda hapis olarak kullanılıp şimdi otele çevrilmekte olan bir ufak adanın yanından geçtik, hemen ilerisi de Hırvatistan sınırı (eskiden beri aynı sınırmış).

Mavi Mağara (Burada Biraz Lacivert)

Kotor’a yaklaşırken farkettik ki sabahki puslu hava hala duruyor ve Ocak ayında Aşağı Ayrancı gibi bir kömür kokusu da var. Önce şüphe ettim, kaptana sordum, “Acaba termik santral falan var da ters rüzgar mı esti?” diye, kaptan kahkahalarla gülüp, “Burası Karadağ, burada öyle santral, fabrika falan olmaz!” dedi. Kotor Körfezi’nin etrafı yüksek dağlarla kaplı olduğu için orman yangını dumanı körfeze çökmüş. Kotor’a dönüşü Hogwarts gibi mistik bir havaya soksa da çok can sıkıcı idi. Yangını görmedik, duman da birkaç güne temizlendi.

O Lord Of The Rings Görüntüsü Veren Sis Değil Yangın Dumanı Maalesef

Akdeniz’deki 2021 yazının en büyük belalarından orman yangınları Karadağ’ı da kötü etkilemiş durumda. Gelecek seneler daha da kötü olacak korkarım.

Bar
Bu güzel isimli çirkin şehir Arnavutluk sınırına yakın, ülkenin en büyük limanı. Yeni şehir deniz kenarında ve sıvanmamış 3-4 katlı apartmanlar, sıvanmış Kumburgaz yazlık evi cinsi binalar, Ruslar tarafından muhtemelen pasta malzemesinden yapılmış dev bir kilise ile daha da çirkinleşiyor.

Bar Kalesi Manzara

5km dağa çıkınca eski şehir var, burası da surlar içinde bir harabe ve etrafındaki hediyelik eşya dükkanları ve lokantalardan ibaret. Bizim için ilginç kısmı hala müslüman bir azınlık olması ve Osmanlı’dan kalma ufak camiler. Yerel yemeklerini yediğimiz Kaldrma isimli lokanta gayet güzeldi. Bir cins fasulye yemeği, bamya, patlıcanlı köfte, fırında kuzu gibi hepsi de lezzetli seçenekler vardı. Türk kahveleri bizimkine göre daha az kahve ile cezvede pişiriliyor, fincanları duble ebadında. Garson hanımkız iki kişilik tadım menüsünü ısmarlarken, “Biraz pahalı ama bayağı yemek gelecek, ona göre” diye uyardı.

Bar, “Camiye Mi Geldik?”

Şehirde ayrıca başlanıp da yarım kalınca bizim vergilerimiz ile tamamlanan bir külliye varmış ama görmedik, görmek de istemedik. Müslüman nüfus olan tek yerde Karadağ’daki belki de tek çıplaklar plajı da vardı (FKK Beach) ama ona da gidemedik! Çocukların genel kültürünü artık başka tatillerde genişleteceğiz.

PCR Testi ve Karadağ Stili Sıra
İngiltere’ye dönmek için PCR testi yaptırmamız gerekiyordu. Otelimizin (yurtdışı roaming’i bozulan telefonumu bile tamir etmeye kalkan) becerekli müdiresi Sanja bize gerekli dokümanları (pasaport kopyası ve otelde kaldığımıza dair proforma fatura) verdi ve sabah 6:30’da devlet hastanesinde olmamızı önerdi. Otelde kalıyorsanız test beleş.

Biz 6:45 gibi vardığımızda bizden önce gelenlerin sırası 20m kadar olmuştu. Maskemizi takıp sıraya girdik. Bir süre sonra farkettim ki ikinci ve daha kısa bir sıra var. Gidip bakınca o sıranın çocuklu aile sırası olduğunu anladım, ama çocuklar bizim ergenlerden daha küçük oldukları ve aileleri için saatlerce sırada beklemek zor olduğundan sıramızı değiştirmek istemedim.

Bir süre sonra kel kafalı, iri kıyım, dövmeli bir abi belirdi. Üzerindeki tişörtte güvenlik olduğu yazıyordu. Anladım ki pasaport fotokopileri olmayanlara hastanenin içinden fotokopi çekiyor ve önümüzdeki birçok kişinin fotokopisi yok. İngilizce bildiği için herkes derdini anlatmaya ve soru sormaya ona gidiyordu.

Saat 7:30’da test nihayet başladı ve kısa sırada bir hareketlenme oldu. Ardından bizim arkamızdaki iri yarı Karadağlı bir delikanlı ve sevgilisi çocuklu sırasına girdiler. Önümüzdeki Güney Afrikalı kadın birden delirdi ve delikanlı ve sevgilisine sıralarına geri dönmelerini söyledi. Delikanlı çok sakin bir şekilde gülümseyerek kadına İngilizce buranın da sıra olduğunu, istediği sıraya gireceğini izah etti. Güney Afrikalı kadın iyice delirdi, güvenlik abiyi yakaladı. Abi herkesin duyacağı şekilde işinin sadece herkesin maske takmasını (polis tehdidi ile beceriyordu) ve sosyal mesafeyi korumasını sağlamak olduğunu (beceremiyordu). Fotokopi çekerek de yardımcı olduğunu ama sıraya karışmayacağını anlattı.

Bu durumda Güney Afrikalı ve arkadaşları da o kısa sıraya girdiler ve bir anda 2 tane eşit sıra olduk. Öndeki Rumen bir genç Ingilizce ve Rusça bildiği için yerlilere de yabancılara da “Yapmayın etmeyin, ne güzel sıramızda bekliyorduk” diye yalvardı. 2 Rus kadın çok sinirlenip güvenlik abiye saldırıya geçtiler, bunu da düzelmeyecekse güvenlik tişörtü giymemesini, zaten sabahtan beri kimseye yardım etmediğini, sıranın namus olduğunu falan anlattılar. Adam cevap olarak yine herkesin duyacağı şekilde, “Lady benim paramı hastane veriyor, siz vermiyorsunuz. Sizi dinlemiyorum . Lalalalalalala” diye bağırdı.

Resim Çekmek De Yasaktı, Güvenlik Abi’ye Söylemeyin

Sıra konusunda tecrübeli bir Türk olarak benim artık olaya müdahil olma zamanım gelmişti. Eşim Seha (erkek ismi olmasına rağmen aslında bir kadındır) ve iki ergenin karışmamam konusundaki telkinlerini dinlemedim ve öne gittim. Önce Rumen gence Rusça öndekilerin de kısa sıraya aradan fermuar şeklinde girmelerini söylemesini rica ettim. Kalanına ben anons ettim. Güney Afrikalı kadına sıranın önünü emanet edip arkaya kendi bölgeme asayişi sağlamaya döndüm.

Sıra tam yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştı ki bu sefer pasaport fotokopi işi biten güvenlik abi inisiyatif almaya karar verdi. Öne arkaya dolaşıp birkaç maskesizi azarladı, sıradakilerin mesafelerini açtırmaya çalıştı (açtıramadı) ve çocukluları öne aldı.

10-15 dakika sonra tekrar yerimizde sıramızı beklerken bu sefer öndeki Rumen çocuk gelip beni çağırdı, bizim ergenleri de çocuk saymaya karar vermişler. Öne gittim, güvenlik abi onayladı ve sırada ikinci olduğumuzu söyledi (diğer çocuklular geçmişlerdi).

Testimiz, hayatımda olduğum en yalapşap PCR idi, sadece burnumun tek tarafından, o da “ucundan accık” şeklinde sürüntü alındı ve test tüpüne kondu. Kovid olsaydım da negatif çıkardı herhalde.

Saat 9:00’da işimiz bitmişti, akşam 19:00’da gelip İngilizce raporumuzu almamızı söylediler. Akşam yine bu sefer daha kısa bir sıra vardı, yarım saat sonunda bir adam bana bütün testleri verdi ve içlerinden benimkileri bulmamı söyledi. Buldum (negatif) ve çıktım.

Plajlar
Karadağ’ın bizim gezdiğimiz her köşesinde deniz vardı. Kotor körfezinin kıyıları, Adriyatik kıyıları baştan aşağı denize girmeye uygun. İki şeritli yolların bir tarafında İstanbul Boğazı’nın kenarı gibi (ama mayoyla) denize giren insanlar var. Öteki önemli fark Karadağ’da denize girenlerin çoğu kadın, hepsi de Karadağ usulü alıştığımızdan daha minik bikiniler ile giriyorlar. İstanbul’da şehir içinde bu cins bir beklentim yok ama Çetin Altan’ın “tenis oynanan, piyano çalınan köyleri” gibi ben de İstanbul Boğazında denize girenler kızlarını ve kızkardeşlerini getirdiklerinde muasır medeniyet seviyesine yaklaştığımızı düşüneceğim.

Eski GS Adası Gibi Deniz Suyu Havuz

Jaz (Yaz okunuyor): Budva’ya yakın ama Kotor’dan ulaşması da 20 dakika civarı. Burası oldukça büyük bir plaj, birçok farklı yer var, biz Madeira Jaz isimli koyun doğu tarafındaki yere yerleştik. Madeira diğerlerine göre daha sakin, yemekler vasat, bira çeşidi az ama rahat ve kafede oturunca güzel gölge var. Müşteriler Karadağlı veya Sırp. Jaz Beach’in batı tarafında isteyenlere benim hiç hoşlanmadığım hamburger gibi saçmalıklar ve bir de denize dökülen su parkı var. Deniz taş/çakıl ve açık deniz olduğu için dalgalı.

Madeira, Dalga Sevmem, Seveni De Sevmem

Waikiki: Tivat’a yakın, Porto Montenegro’yu geçince. Burası taşlığın üstüne beyaz çakıl dökülmüş bir plaj, arkasında güzel bir lokanta/bar var, yemek yemedik ama içki çeşidi iyiydi. İç deniz olduğu için su sakin. Müşteriler ekseriyetle Sırp ve Rus. Sahibi abi İngilizce bilmeyen, Mirsad Kovaçeviç’e benzeyen birisi, İngilizce bilen garsonlar aracılığıyla konuşmak mümkün oldu, komik bir adam.

Solila: Kotor’a en yakın güzel plaj dendiği için ilk gün gittik. Çakıl ama deniz çok net olmadığı için bana göre değil. Arkadaki tesis güzel ve temiz, 2010’ların müzikleri çalıyor ama sükunet isteyene uzak tarafta fazla gürültü yok. Suyun bulanık olmasının sebebi iç denizin en ucu olması mı yoksa yandaki sazlıktan tahmin ettiğim üzere tatlı su karışması mı bilemedim.

Pirates: Perast’taki tek “tesisli” plaj. Ufak bir burunda 10 masalık gölgesi ve barı, sağda 15-20 şezlong ve şemsiyesi, solda şemsiyesiz oturacak yerleri olan ufak bir “beach”. Pazarları saat 15:30-18:30 arası bir rock grubu canlı müzik yapıyor, diğer günler ise DJ varmış. Gürültülü bir mekan ama kliyantel genç ve eğlenceli. Deniz güzel, tam karşısında 2 meşhur ada var. Sürekli geçen teknelerin ezmeyeceğinden eminseniz (yerse) adalara yüzebilirsiniz. Deniz burada da birçok yerde gördüğüm gibi taş üzerine beyaz çakıl dökülmüş şekilde. Çakıldan girdikten 10 metre sonra aniden derinleşiyor, ama çok berrak.

Kotor Sahil: Kotor’dan 5 dakika yürüme mesafesinde denize girecek çok yer var. Benim gibi takıntılı iseniz şemsiye ve duş yok ama otel yakınsa idare edilebilir.

Kotor Sahil (Surlardan 5 dakika)

Galija: Sveti Stefan adasının (görmeniz gereken bir güzellik) birkaç koy doğusunda. Ufakça bir koy ve sadece bu plaj var. Deniz gördüğümüz en güzellerinden, girişi yine beyaz çakıl, ilerledikçe kum ve kaya karışık. Lokanta da çok başarılı, Seha izin verse sushi yiyecektim. Yanda bizim büyük ergenin 3 kere bakmaya gidip beğenmediğini iddia ettiği (sadece ufak çocuklar tam çıplakmış) bir çıplaklar plajı var.

Emekli Mafya Babasını Bulunuz

Kovid salgını olmasa gitmenin aklımıza gelmeyeceği bu masalsı, tertemiz, 80’lerin Türkiye sahilleri benzeri ufak ülkeye gitmemiz 2021’in şanslı olaylarından birisi oldu. Bir şansım daha olsa önceliği Sırbistan’a veririm, ama iki şansım daha olsa ikincide Karadağ.

Yorum Yazınız / Leave a Reply